Komşusu, "Tabii ki kullanabilirsin, lafı bile olmaz" dediğinde, kadın önce teşekkür etti, ardından hemen oğlunu aradı: "Oğlum, ölümlü dünya... Zamanın varsa gel, bir göreyim, yoksa ben gelirsem?" dedi. Oğlu cevap verdi: "Keşke gelebilsem ama biz tatile çıkıyoruz, döndüğümüzde görüşürüz." Arkadan karısı seslendi: "Aman ha, gelmeye kalkmasın, onun o pejmürde halini çevreme göstermem." Kadın, bu sözlerle sarsıldı, kalbi paramparça oldu. İçinde bir acı hissetti, koltuğa oturdu ve gözleri dolarak, "Almadınız mı, giymedim mi?" diye geçirdi aklından.
Oğlundan ümidini kesen kadın, sırayla kızlarını aradı, fakat onlardan da benzer yanıtlar aldı. Artık anlamıştı; kimse onu istemiyordu. Boynu bükük, yorgun bir şekilde evine döndü. O gece, hıçkıra hıçkıra ağladı, sabaha kadar uykusuz kaldı. Sabah namazını kılıp duasını ettikten sonra, imamın yanına gitti. "İmam efendi," dedi, "Eğer bir gün vadem dolarsa, sizden tek ricam, çocuklarıma haber vermeyin. Eğer bildirirseniz, ahirette iki elim de yakanızda olur, bunu bilmenizi isterim." Aynı şeyi komşularına da söyledi: "Dirimi aramayanın, ölümle de işi olmaz."
Günler, buruk da olsa geçip gitmeye devam etti. Kadın, yatsı namazını kılarken, geçmişi düşündü; çocuklarını nasıl büyüttüğünü, sıkıntılarla nasıl savaştığını, zavallı kocasını, tüm yaşadığı zorlukları... Birçok anıyı hatırlayarak hıçkırarak ağladı, sonra yatağa uzanıp uykuya daldı. O sabah, kadının kapısı hiç açılmadı. Komşuları fark edince, imamı aradılar. İmam, "Ben de fark ettim ama komşuya gitmiştir diye düşündüm," dedi. Hep birlikte kadının kapısını çaldılar, ama yanıt alamadılar. İmam, yedek anahtarla kapıyı açıp içeri girdiklerinde kadının cansız bedenini buldular. Büyük bir üzüntüye kapıldılar. O, hanım hanımcık, asil bir kadındı; çok yazık olmuştu. Birlikte cenazesini kaldırdılar, helvasını pişirip, dualar ettiler. Bir cefakar anne, başını toprağa koymuştu. O gün, Anneler Günü'ydü.