Ben daha başlangıçtan itibaren Almanlarla birlikte harbe girilmesine taraftar değildim. Kanaatimce iki tarafın kuvvet ve mukavemet nispetine göre Almanların bu harpten galip çıkmaları çok şüpheli idi. Fakat bir emrivaki halinde harbe girdikten sonra var kuvvetimizle harbi kazanmaya çalışmaktan başka yapacak bir şey yoktu. Görünüşe göre memleket bir boşluk içinde sonsuz bir süratle meçhule doğru gidiyordu. Bu müthiş vaziyette ne yazık ki Enver Paşa’dan başka dayanağımız yoktu. Enver Paşa, içine düştüğümüz macerada muvaffak olursa memleketin kurtulacağına inanıyordum. Aksi takdirde devletin dağılması ve çökmesi kaçınılmaz bir akıbet olacaktı. Harbi kazanmaya çalışmaktan dolayısıyla Enver Paşanın muvaffakiyetine hizmet etmekten başka ortada kurtuluş çaresi bulunmuyordu.’’ (5)
İsmet Bey Savaş Bölgesinde
Çanakkale Savaşı sırasında İsmet Bey’i başkomutanlık vekaleti hareket şubesi müdürlüğü vazifesinde görüyoruz. İşte bu görev esnasında İsmet Bey, Başkomutan Enver Paşa ile birlikte 24 Eylül 1915 tarihinde Gelibolu’ya geldi. (6) Enver Paşa, İsmet Bey ile beraber Güney Grubu’na giderek incelemelerde bulunmuş, ertesi gün Asya Yakası’nda temaslarına devam etmişti. 26 Eylül tarihinde ise 5. Ordu Karargahı’nda incelemeler yaptıktan sonra Enver Paşa ve İsmet Bey, bölgeden ayrıldı. Bu temasların asıl amacı ise Çanakkale Cephesi’nin sükunete kavuştuğu günlerde karmaşık durumdaki kıtaları acilen asıl kuruluşlarına kavuşturmaktı.
‘‘Durumu en iyi Atatürk kavramıştı’’
İsmet Paşa, Sabahattin Selek tarafından derlenen anılarında Çanakkale Savaşı ile ilgili olarak Atatürk’ün rolünden şöyle söz etmiştir:
‘‘Savaşta en nazik durumda Arıburnu karşısında yalnız başına Atatürk 19. Tümeni ile bulunuyordu. Atatürk ilk çıkarma haberini alır almaz hemen Tümeni harekete geçirmiş ve düşmana taarruz etmişti. Düşman baskınını görüş nüfuzu ile en iyi kavramış olan kumandan Atatürk sayılır. Liman Paşa bu esnada 5. Ordu Kumandanı olarak Gelibolu civarında bulunuyor ve güneye askeri ve her türlü malzemeyi yetiştirmeye çabalıyordu. Gelibolu Yarımadası’nın arka kısmında ve istihkamların arkasında bulunan Atatürk, en yakın tehlike istikametini kapatmış ve durdurmuştu. Güneyde Seddülbahir’den Alçıtepe’ye doğru ilerlemeye çalışan kuvvetler de oldukları yerde kalmışlardı. İşte kısaca Çanakkale’nin kara seferi böyle bir baskınla başlamış ve parça parça takviye edilerek, Umumi Harbin kanlı ve kahraman tabiatında en önde gelen destanlarından biri bu suretle cereyan etmiştir.’’ (7)
Çanakkale cephesinde siper harplerinin inanılmayacak denli yakın bir surette cereyan ettiğine de değinen İsmet Paşa, ünlü Anafartalar Muhabereleri ile ilgili izlenimlerinde, Atatürk’ün sonraki yıllarda kimi zaman kendilerine savaşla ilgili anılarını anlattığına da atıfta bulunuyor:
Düşman kumandanı karaya çıktıktan sonra uzun müddet askerlerini tertip etmek ve dinlendirmek için çok vakit kaybetmekle tenkit edilmiştir. Atatürk, düşman kumandanının kendisini beklemek vazifesi ile mükellef olduğunu tatlı tatlı anlatırdı. Bu esnada her taraftan ele geçen kıtalar onun kumandasına veriliyordu. Gelibolu civarında darboğazı bekleyen tümenler de durup dinlenmeden muharebe meydanlarına koşuyordu. Bu yeni cephe, Atatürk kumandasında ‘‘Anafartalar Cephesi’’ adıyla askeri tarihte nam almıştır. Muharebenin idaresi hakiki bir sanat ve kahramanlık eseriydi. Düşmanın taarruzu tam bir muvaffakiyetsizliğe uğramış ve düşman kıtaatı elverişsiz yerlerde ancak gece gündüz donanma himayesinde olarak barınabilmiştir.’’ (8)
‘‘Zayiatın Ağırlığını Hep Hissettik’’
İnönü anılarında Çanakkale Savaşı’nda uğranılan kaybın sonraki dönemde imparatorluğun kaderini nasıl etkilediğini de şu sözlerle anlatıyor: ‘‘Çanakkale Muharebesi’nde Türk Ordusu, şan ve şeref halesi içinde kuvvet ve kudretini cevherinin özüne kadar sarf etmiştir. Uğradığımız zayiatın ağırlığını bundan sonra harbin devam ettiği üç senede her cephede hissettik. Harpten sonra da uzun müddet neslimizin gürbüz safları arasında geniş boşlukların acısı çekilmiştir.’’ (9)
“Cihan Harbi Bizim İçin 8 Sene Sürdü”
Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasının ardından Mudanya Mütarekesi’nde ve Lozan Konferansı’nda diplomasi sınavını başarı ile veren İsmet Paşa, Cumhuriyetin ilk başbakanı olarak tarihe geçmiştir. Kısa bir aranın dışında 1925-1937 yılları arasında bu görevde kalan İsmet İnönü, Atatürk’ün ölümünden sonra Cumhurbaşkanı olmuş, 2. Dünya Savaşı badiresinden ülkeyi uzak tutmuş ve savaş sonrasında çok partili hayata geçilmesi ile de muhalefet görevini üstlenmiştir. 1947 yılında Cumhurbaşkanı vazifesini sürdüren İnönü, Encylopedia Britannica için kaleme aldığı ‘Hadiselerle Dolu 10 Yıl’ başlıklı makalesinde Birinci Dünya Savaşı’nın Türkiye üzerindeki etkisini şu ilginç sözlerle tespit ediyordu:
“1914’de patlayan Birinci Cihan Harbi, 1918 sonbaharında nihayetlenmiş ve 1919 ve 1920’de muharipler barış imzalamışlardır. Yalnız Türkler istisna teşkil ediyorlardı. Osmanlı İmparatorluğu olarak harbe iştirak eden Türkiye, 1918 sonunda ve 1919 başında müttefikler tarafından geniş mikyasta istilaya uğrayınca Türk Milleti galiplere karşı mevcudiyetini müdafaa için heyecanla ayaklanmıştı. Türklerin ‘‘İstiklal Savaşı’’ dedikleri Milli Mücadele dört sene sürmüş ve bu suretle Birinci Cihan Harbi, Türkler için 1923’de Lozan Muahedesi ile sona ermiş bulunuyordu.’’ (10)
1950-60 arasındaki uzun soluklu muhalefet yıllarında İsmet İnönü’nün Çanakkale Savaşları ile ilgili herhangi bir demeci kaynaklarda yer almamıştır. İnönü’nün bu konudaki suskunluğu Çanakkale Deniz Savaşları’nın 51. yıldönümünde Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin anma törenindeki konuşma ile sona ermişti.
‘‘Harp Hatalar Mecmuasıdır’’
İnönü, törende yaptığı konuşmada 1. Dünya Savaşı’na giden yolu ve Osmanlı Devleti’nin savaşa nasıl sürüklendiğini anlattıktan sonra şunları söylüyordu:
“Düşmanlar savaş esnasında uzun süre Boğaz’dan girmeye çalıştılar. Türkler de sonuna kadar dayandılar. ‘Düşman düşmanın halini bilmez’ sözü stratejik bir söz olarak sabit kalmıştır. Onlar büyük ölçüde kuvvet sarfettiler. Fakat dayanamadılar. Uğradıkları büyük kayıp karşısında Alman donanmasının el sürülmemiş halde durmasını harbin neticesine tesir eder gördüler. Çekildiler. Arkasından bir ay sonra karadan taarruz ettiler. Fakat bu sefer denizden taarruz edemediler. Askerlikte olduğu gibi siyasette de her mücadele hataların mücadelesidir. Harp de hatalar mecmuasıdır. Kim kazanır ? Müsavi malzeme ile hasmından daha az hata işleyen kazanır. Çanakkale müdafaası, denizde de karada da bir harika olmuştur.’’ (11)
İsmet Paşa, bu konuşmasında da Atatürk’ün Çanakkale Savaşları’ndaki rolü konusuna şöyle değinmişti:
‘‘Arıburnu’nda bir tümen Yarbay Mustafa Kemal Bey’in komutasında taarruzu karşılayacaktır. İcap ederse ihtiyat olarak ihtiyat olarak kullanılacak icap ederse çıkarmaya karşı kullanılacaktır. Aslında çıkarma çok mahiranedir. Bolayır’da taarruz edecekleri kanaatini verdiler, büyük deniz tabyaları düşerdi. İşte orada Mustafa Kemal Bey’in tümeni hiçbir yerden emir almadan az bir kuvvetle mücadeleye atıldı. Bu muharebe ile düşmanın nerede netice almak istediği anlaşılmıştır. Ben o zaman Karargahı Umumi’de Harekat Şubesi Müdürü idim. Avustralya ve Yeni Zelanda askeri taarruza geçti. Fakat kuvvetli müdahale sayesinde iki saatte boğazı düşürmek tertibi suya düştü. Üç metrede beş metrede bir avcı avcı hatları tesis edildi. Arıburnu cephesine yeni bir ordu daha çıkardılar. Mustafa Kemal Bey yine kendi tümeni ile vaziyet aldı. Bir gecikmeden istifade eden Mustafa Kemal, Anafartalar’a taarruza geçti. Bu taarruza İngiliz kumandanı daha geç kaldığı için tenkit edilmiştir. Atatürk diyor ki ‘‘Benim Anafarta’ya gelmem muamelesi henüz tamam olmamıştı. Ben oraya gelinceye kadar adam bekledi.’’ Ve böylece Mustafa Kemal, tarihin seyrini değiştirecek bir zaferi bize kazandırdı. O zaman hayranlıklarını ifade eden Amerikalılar demişlerdir ki ‘‘Çanakkale’i muhafaza eden Türkler deniz muharebelerini en iyi bilmektedirler.’’ Birinci Dünya olayları içinde Çanakkale Savaşları Türk’ün gurur duyacağı bir kahramanlık muharebesidir.’’ (12)
İsmet İnönü’nün bundan sonraki dönemde Çanakkale Savaşları’na değinen konuşması 1968’de dönemin ünlü gazetecisi Abdi İpekçi ile Atatürk ile ilişkileri üzerine yaptığı söyleşide olmuştur. İnönü’nün o konuşmada Çanakkale Savaşı ve Atatürk ile ilişkilerine şöyle değinmişti:
‘‘Atatürk ile yakın iş münasebetleri Birinci Cihan Harbi ile başlar. Birinci harbin çıkması ile her birimiz bir cephede bir vazife almıştık. Mesela rahmetli Atatürk, Çanakkale’de en büyük ve en tehlikeli muharebelerini yaşarken ben Genel Kurmay’da yani Başkumandanlık Karargahı’nda Harekat Şubesi Müdürü olarak hadiseleri yakından takip eder, vazife temasları yapardım. Bugünler yine hep ayrı ayrı işlerde bulunan, tanışır insanların iyi münasebetleri şeklinde geçmiştir. Atatürk ile de bu şekilde temaslarım olmuştur.’’ (13)
Liman Von Sanders’in bir teşebbüsü
İsmet Paşa’nın Çanakkale Savaşları ile ilgili olarak anıları, anlattıkları ve izlenimleri anılara bu şekilde yansımış. İsmet İnönü’nün bütün bunların ötesinde ilginç bir anısı daha var… O da Çanakkale Savaşları sırasında 5. Ordu’nun komutanlığını üstlenen Alman mareşal Liman Von Sanders’in Kurtuluş Savaşı sırasındaki bir teşebbüssü ile ilgili anlattıkları…
İnönü hatıralarında, Liman Von Sanders’ın bu girişimini şöyle naklediyor:
“Biz askerliği Alman hocalardan öğrendik. Fakat iyi öğrendik ve öğretmenlerle eşit seviyeye geldik. Bunu da ispat ettik. Milli Mücadele’de General Liman Von Sanders bize mektup yazdı. ‘‘Geleyim size yardım edeyim’’ diyordu. Yani biz muharebeyi idare edemeyiz diye düşünüyor. Gelecek o idare edecek. Oralı olmadık. Çünkü kendimize güveniyorduk. Eşitlik imtihanını vermiştik. Ne bizde, ne de kolordu ve tümen kumandanlarında hiçbir kumandanda kompleks yok.’’ (14)