77 yaşında çocuklarım tarafından huzurevine bırakıldım.

Benim adım Meryem. Yetmiş yedi yaşındayım. Bu cümleyi her söylediğimde içimde hafif bir sızı olur. Çünkü bu yaşa kadar yaşadıklarım, bu sayıdan çok daha ağır.

Çocuklarım beni huzurevine bıraktığında takvim yaprakları sonbaharı gösteriyordu. Ağaçlar yaprak döküyordu, ben de hayatımdan bir parçayı. Kızım önde yürüyordu, oğlum arkadan valizleri taşıyordu. Kimse yüzüme bakmıyordu. Huzurevinin kapısında görevli imza attırırken kızım “Anne alışır” dedi. Sanki bir eşya bırakıyordu.

O gün kalbimde bir şey sessizce öldü.

İlk aylar çok zordu. Sabahları uyanmak istemiyordum. Aynaya baktığımda tanıdığım kadın yoktu. Saçlarım tamamen beyazlamış, gözlerimin içi boşalmıştı. Odadaki yatak metaldi, soğuktu. Geceleri yan odalardan öksürük sesleri gelirdi. Bazen biri ağlardı, bazen biri sessizce ölürdü. Sabah kahvaltıda onun sandalyesi boş kalırdı.

Kimse “neden buradasın?” diye sormazdı. Çünkü herkesin cevabı aynıydı.

Günler böyle geçerken Hasan’la tanıştım. O gün mercimek çorbası vardı. Ben masada tek başıma oturuyordum. Hasan tepsisini alıp yanıma geldi.
“Boş mu?” dedi.
“Boş” dedim ama sesim bile bana yabancıydı.

Hasan düzgün konuşan, gözlerinin içi gülen bir adamdı. Emekli öğretmenmiş. Hayatında çok kitap okumuş, çok öğrenci yetiştirmiş. Ama kendi hayatında yalnız kalmış. Karısı kanserden ölmüş. Çocuğu olmamış. “Ev sessizdi, burada ses var” dediğinde içim burkulmuştu.

Günler geçtikçe birlikte yürüyüş yapmaya başladık. Bahçede bankta otururduk. Bana eskiden gittiği köyleri, öğrencilerini anlatırdı. Ben de çocukluğumu, annemi, gençliğimi. Uzun zamandır kimse beni bu kadar dikkatle dinlememişti.

Bir akşam Hasan bana sordu:
“Çocukların geliyor mu?”
Bir an sustum.
“Gelmiyor” dedim.
Başını eğdi, daha fazla sormadı.

Benim içimde yıllardır taşıdığım bir dosya vardı. Babamdan kalan eski bir miras meselesi. Küçükken tarlaya giderdik. Toprak kuruydu ama babam “Bunun değeri ileride anlaşılır” derdi. Yıllar sonra şehir büyümüş, tarla şehir içinde kalmış. Ortaklı davalar açılmış. Bana birkaç kez telefon gelmişti ama eşim hayattayken o işlere hiç karışmamıştım. Eşim ölünce de gücüm kalmamıştı.

O dosya zihnimde tozlu bir raf gibiydi.

Bir sabah huzurevine resmi bir zarf geldi. Üzerinde adım yazıyordu. Ellerim titredi. Açtım. Avukat görüşmeye gelmek istediğini yazıyordu. O gün bütün günüm yerimde duramadan geçti. Hasan fark etti.
“Bir şey mi oldu?” dedi.
“Bilmiyorum” dedim, “galiba hayatım değişecek ya da hiç değişmeyecek.”

Avukat geldiğinde küçük toplantı odasına geçtik. Adam konuşurken ilk başta hiçbir şey anlamadım. Rakamlar, yıllar, mahkeme kararları… Sonra net bir cümle kurdu:
“Hanımefendi, size düşen pay 18 milyon 240 bin liradır.”

Kulaklarım uğuldadı. “Yanlışlık olmasın” dedim.Devamı sonrki syfada..
Reklamlar