“Bir de… garip bir şey var. Bu köpeğin daha önce ciddi bir ameliyat geçirdiği belli. Karnında eski bir dikiş izi var. Ve çip takılı değil ama… kulak içindeki iz, bir zamanlar bir aile köpeği olduğunu gösteriyor.”
Kadın başını kaldırdı.
“Bir zamanlar…” dedi fısıltıyla.
O an, yıllar önce yaşanan bir anı zihninde canlandı.
Kazadan birkaç ay önce…
Oğlu, kocasıyla birlikte yolda yaralı bir köpek bulmuştu. Veterinere götürmüşler, ameliyat masraflarını karşılamışlardı. Ama apartman kuralları yüzünden köpeği sahiplenememişlerdi. Onu, yol kenarındaki bir barınağa bırakmışlardı.
O köpek…
Mavi’ydi.
Kadın, ellerini yüzüne kapadı.
“Beni affet,” diye fısıldadı. “Seni orada bırakmamalıydık.”
Yavrular hayatta kalmıştı. Kadın, hiç düşünmeden onları sahiplendi. Günler sonra, fırtınanın durduğu bir sabah, Erzurum’daki o yolun kenarına geri döndü.
Haçın yanına küçük bir mezar kazdı. Üzerine taşlardan bir daire yaptı. Başucuna küçük bir tabela bıraktı.
Üzerinde sadece şunlar yazıyordu:
“Burada bir anne yatıyor.
Son nefesine kadar sevdiklerini koruyan.”
Kadın ayağa kalktı, derin bir nefes aldı. Kar hâlâ vardı ama fırtına dinmişti. İlk kez o yol ona eskisi kadar karanlık gelmedi.
Arkasını döndü.
Arabada, arka koltukta, iki küçük yavru onu bekliyordu.
Kadın o an anladı ki…
Bazı bağlar ölümle kopmaz.
Bazı vedalar, yeni başlangıçlara dönüşür.
Ve bazen, insan kaybettiklerini, hiç beklemediği bir anda…
Başka bir kalpte yeniden bulur.