“Ve neden kızım kendini dışlanmış hissediyor?”
Derin bir nefes aldı. “Annenin kaybından sonra seninle birlikte yas tutmayı denedim,” dedi. “Ama bir çocuğun yasını nasıl yaşayacağını bilmiyordum. Yanlış yaptım.” Sonra defterleri işaret etti. “Ben… çocuklarla iletişim üzerine çalışıyorum. Geçmişte gönüllü olarak danışmanlık yaptım. Sen yokken, kızının kaygılarını anlamaya çalıştım. Onu gözlemledim, notlar aldım. Fakat bunu doğru anlatamadım. Kapıyı kilitlemem, seninle paylaşmaya hazır olmadığım bir hazırlıktandı.”
Sözleri aklımda yankılandı. Kızımın “tuhaf sesler” dediği şey, aslında teypten dinlenen eğitim kayıtlarıydı. Yine de bu açıklama, her şeyi yerli yerine koymuyordu. “Peki ya ona karşı sert davranışlar?” dedim.
Başını eğdi. “Disiplinle güven arasındaki çizgiyi kaçırdım. Odasını toplamasını istemem, sorumluluk kazansın diyeydi; ama zamanlaması yanlıştı. Ödüller… bazen iyi niyetle bile olsa, sevginin şartlı olduğu izlenimini verir. Bunu fark ettiğimde durdum. Fakat ona açıklamadım. Bu benim hatam.”
O an, meselenin bir sırdan çok bir iletişim kopukluğu olduğunu anladım. Yine de içimdeki huzursuzluk geçmedi. “Bundan sonra,” dedim, “her şey açık olacak. Kapılar kilitlenmeyecek. Ve kızımla ilgili tek bir karar, benimle konuşulmadan alınmayacak.”
Ertesi sabah, mutfak masasında üçümüz bir araya geldik. Kızım, fincanını iki eliyle tutmuş, gözlerimizi sırayla inceliyordu. Yeni eşim, diz çöküp onunla aynı hizaya geldi. “Seni korkuttuğumu anlıyorum,” dedi yumuşak bir sesle. “Bunu istemedim. Yanlış yaptım. Seninle konuşmalıydım.”
Kızım bir an sustu, sonra küçük bir cesaretle sordu: “Çatı katı neden kilitliydi?”
“Çünkü ben de korkuyordum,” diye yanıtladı. “Yanlış bir şey yapmaktan. Ama korktuğumda kapıları kapatmak yerine, konuşmam gerekiyordu.”
Bu dürüstlük, odadaki havayı değiştirdi. Kızım başını salladı. “Sesler korkutucuydu,” dedi. “Ama şimdi biliyorum.”
O günden sonra, çatı katı ortak bir alan oldu. Defterler masanın üzerinde kaldı; çizimler kızımın renkli eklemeleriyle çoğaldı. Teyp, akşamları birlikte dinlenen masallar için kullanıldı. Evde kurallar vardı ama nedenleri de vardı. Ödüller değil, birlikte geçirilen zaman değerliydi.
Yine de her şey bir anda düzelmedi. Bazı akşamlar kızım, eski korkularıyla uyanıyordu. O anlarda, kapıları kapatmak yerine açtık. Birlikte konuştuk, dinledik. Yeni eşim, sınırlarını öğrenmeyi; ben, arada kalmış bir dengeyi kurmayı öğrendim.
Aylar sonra, bir iş seyahatinden döndüğümde kızım koşarak geldi. “Babacım,” dedi, “bu sefer sen yokken her şey iyiydi.” Gülümsedim. Yeni eşim mutfaktan seslendi: “Akşam yemeği hazır. Çatı katında yeni bir sürpriz var.”
Yukarı çıktığımızda, duvara asılmış bir takvim gördük. Günlerin üzerine küçük notlar iliştirilmişti: “Konuşma saati”, “Oyun akşamı”, “Birlikte okuma”. En köşede ise bir cümle vardı: “Kapılar açık, kalpler de.”
O an anladım ki asıl gizem, kilitli odalarda değil; söylenmeyenlerdeydi. Açıkça konuşmayı seçtiğimizde, korkular yerini güvene bıraktı. Ev, artık sadece büyük bir yapı değil; herkesin kendini duyulmuş hissettiği bir yuva olmuştu.