Bir annenin katılığını, duygusuzluğunu, gaddarlığını neyle izah edecektik? Yanımdakilerin gözlerinde bir acı izah vardı.
Denize yaklaşmıştık, deniz kapkaraydı. Arabayı durdurdum, her şey kararmıştı, onlara bakamıyordum, hiçbir kimseye, hiçbir tarafa bakamıyordum. O akşam yatakta, bir zamanlar beni ölecek kadar seven annenin şimdi neden düşmanım olduğunu, bu kötü duygunun doğuşundaki rolümüzün derecesini uzun uzun düşündüm. Ve, küçücük hayatını yaralayan bizleri eşit suçlaman için sana her şeyi anlatmaya karar verdim. Çünkü gün gelecek annen ve benim hakkımda binlerce şey duyacak, okuyacaksın. Ve hep bunları başkaları yapacak ve sen hakkımızda bunlara göre karar vereceksin.
En baştan başlayacağım. Annenle elleri kitap dolu, zayıf, elmacık kemikleri çıkık, uzun saçlı, yeşil gözlü bir delikanlı iken tanıştım. Sevgi arıyordum. Anneni buldum, incecik bir yüzü, ufak benekli iri gözleri vardı. Bana her şeyini verdi. Onunla güzeldim.
oprağımdı, güneşimdi, su üzerinde kayan bir çiçek gibi yürürdü yanımda. Eskişehir’de hastalarımı, acımı, kötü yemeğimi paylaştı.
Ah çocuğum! Dünya onun sevgili yüzü için yaratılmıştı sanki. Sonra garip bir tesadüf oldu. Eskişehir’e gelen bir film ekibiyle tanıştım. Annenin ve benim Sağlık Bakanlığı’na 80 bin lira borcumuz vardı. Yaşadığım hayatı umutsuzluğa götüren, beni korkutan, erkek olarak üzen bir sorumluluktu bu borç. O zaman bu umutsuzluk önünde kendimi ortaya koymam gerektiğini düşündüm. Annenle karar verdik. Bir yıl mücadele ettim. Annen, kendi ailesine, hatta benim aileme karşı beni korudu, beni yüceltti. Parasızdım. Dedenin evinde kalıyorduk. Bana karşı son derece kibardılar. Ama utanıyordum. Leyla Sayar, Halit Refiğ ve Recep Ekicigil bana yardım etmeye çalışıyorlardı.
Duru Film’e küçük bir rol için günlerce gidip geldim. Resimlerimi çekmek istediler. Beni birisinin önüne katıp Taksim Parkı’na gönderdiler. Artık ona tabi olmuştum. İki yıl doktorluk yapan insan için delice bir acıydı bu. Ne yapacağımı bilmiyordum