Canım yavrum Filiz’im. Sana bunları yazmamın bir sebebi var. Bugün 10 Mart 1968, Kurban Bayramı’nın birinci günü. Bugün yine annen seni bana göstermedi. Telefonları yüzüme kapıyor, mektuplarımı okumuyor.
Senden ayrılalı iki ay oldu. Seni bin yıl görmemiş gibi özledim. Artık tatlı yüzün, yavaş yavaş hafızamdan siliniyor, göğsüme dokunan o küçücük elinin sıcaklığı azaldı. Günlerdir cehennemin dibindeymiş gibi acılar içindeyim. Nedense bayram insanları daha hassas yapıyor. Akşama kadar sokakta balon uçuran çocukların çığlıklarına kulaklarımı tıkadım. Bin kere adını fısıldadım, bin kere Allah’a dua ettim seni bana göstersin diye. Korkular içinde sana geldim. Bana kapıyı açmayacaklarını bile bile…
Eve karı-koca iki dostumu gönderdim. Ben de köşede bekledim. Kadın hamileydi. Yüzü çilli, şefkatli bir çocuk beklemenin mutluluğu içindeydi. Ama benim kadar korku içindeydiler, benim kadar üzgündüler.
Teyzelerin onları kovmuş, annen, seni pencereden olsun görmeme razı olmamış. Sen teyzenin kucağındaymışsın, mavi dantelli bir elbisen varmış, tatlı tatlı gülüyormuşsun, yaramazlık yapıp utanıyor, sonra başını saklıyormuşsun.
Çocuğum, bir babadan çocuğunu hangi kuvvet ayırır, buna hangi yürek razı olur? Hangi kötülük böyle bir sevgiyi yener. Bütün duygularım ölmüş gibiydi dönerken. Dünyanın bütün kurşunları yüreğime sıkılmış gibiydim.