“Artık para vermeyeceğim,” dedim sakince. “Çünkü artık kimin beni gerçekten sevdiğini bilmek istiyorum.”
Ceren hemen konuştu:
“Anneanne yanlış anladın, biz seni çok seviyoruz.”
“Biliyorum,” dedim. “Ama sevgi yılda bir gün olmaz.”
Kerem ayağa kalktı.
“Bizi suçlaman doğru değil,” dedi. “Herkesin hayatı yoğun.”
Murat derin bir nefes aldı.
“Biz yine geliriz,” dedi ama sesi inandırıcı değildi.
Can saatine baktı.
“Bir yanlış anlaşılma var,” dedi. “Sonra konuşuruz.”
Ve sonra… hepsi yavaş yavaş gitti.
Kapı kapandığında ev sessizdi. Ama ben ağlamadım.
Çünkü içimde garip bir rahatlama vardı.
Ertesi gün telefonum çalmadı.
Bir gün geçti.
Bir hafta geçti.
Bir ay geçti.
Kimse aramadı.
Sonra bir sabah kapı çaldı.
Açtım.
Karşımda Emir vardı.
“Elini öpmeye geldim,” dedi.
Gülümsedim. “Buyur.”
İçeri girdi. Oturdu. Sessizdi.
“Para için gelmedim,” dedi sonunda.
“Biliyorum,” dedim. “Zaten yok.”
Başını kaldırdı.
“Nasıl yani?”
O an ona her şeyi anlattım.
Zarfların artık olmadığını.
Paranın bir vakfa bağışlandığını.
Ama asıl mirasın… farklı olduğunu.
Çekmeceden bir dosya çıkardım.
“Evim,” dedim. “Bir de birikimlerim.”
Emir’in gözleri büyüdü.
“Bunları… gerçekten yanımda olanlara bırakacağım.”
O gün Emir ilk kez uzun süre kaldı.
Akşam yemeğini birlikte yedik.
Bulaşıkları birlikte yıkadık.
Sonraki haftalarda Ceren geldi.
Sonra Murat.
Sonra Can.
Ama Kerem hiç gelmedi.
Ve işte o zaman anladım.
Para insanları toplar.
Ama yokluğu… gerçeği ortaya çıkarır.
Şimdi 88 yaşındayım.
Bayramlarda evim daha sessiz.
Ama kalbim daha dolu.
Çünkü artık kimlerin gerçekten geldiğini biliyorum.
Ve zarflar…
Onlar artık sadece birer kâğıt parçasıydı.