Annem kapı koluna tutunmuş, gözleri fal taşı gibi açılmış bir halde salonun ortasındaki duvara bakıyordu. Ben ise onun bu dehşetinin sebebini anlamaya çalışırken, aslında onun neyi "göremediğini" fark ettim.
O, yıkılmış bir ev, ağlayan bir bebek, borç harç içinde kıvranan bir adam ve pişmanlıktan çökmüş omuzlar bekliyordu. Ama karşısında duran şey, onun dünyasında asla yeri olmayan bir şeydi: Gerçek bir yuva sıcaklığı.
"Bu... bu ne demek oluyor?" diye fısıldadı yeniden.
Bakışlarını duvardaki devasa kara tahtadan ayıramıyordu. O tahta, bizim aile ajandamızdı. Leyla’nın gece vardiyaları, Can’ın hafta sonu futbol antrenmanları, bakkala olan küçük borç notları ve en önemlisi; her köşesine Can tarafından çizilmiş renkli tebeşir figürleri... Bizim hayatımız o tahtanın üzerindeydi. Dağınık, plansız ama yaşayan bir hayat.
"Anne, içeri geçmeyecek misin?" dedim, sesimdeki sakinliğe ben bile şaşırmıştım. Eskiden o odaya girdiğinde önümü ilikler, hata yapmamak için nefesimi tutardım. Şimdi ise sadece misafir ağırlayan bir ev sahibi kadar rahattım.
Annem, topuklu ayakkabılarının parkede çıkardığı o otoriter sesle içeri süzüldü. Evin her köşesini, her bir toz tanesini yargılayan o keskin bakışlarıyla süzüyordu. Koltuğa, üzerine Leyla’nın ördüğü o renkli battaniyenin serildiği eski kanepeye oturdu. Kumaşın dokusuna bakarken yüzünü ekşitti.
"Bunca yıl... Bunca eğitim, o vizyon, o çevre... Sırf bu 'küçük' hayat için miydi?" dedi. Sesi hala zehirli bir zarafet taşıyordu. "Bu koltukta otururken hiç mi utanmıyorsun? Piyano derslerinde parmakların nasır tutarken hayalin bu sefalet miydi?"
Gülümsedim. Mutfağa gidip çay doldurdum. Kristal bardaklarımız yoktu, ince belli cam bardaklarla önüne bıraktım. "Anne," dedim, karşısına oturarak. "Piyano çalarken parmaklarım nasır tuttuğunda, senin o piyanonun yanındaki koltukta oturup hisselerini kontrol edişini izlerdim. Benimle hiç konuşmazdın. Sadece 'yanlış nota' dediğinde sesini duyardım. Burada ise her akşam o küçük piyanoyla -Can’ın oyuncak piyanosuyla- yanlış notalar basarak şarkılar söylüyoruz. Ve inan bana, hayatımda duyduğum en güzel senfoni bu."
Tam o sırada dış kapı açıldı. Can, okuldan dönmüştü. Sırtındaki ağır çantasıyla içeri daldı. "Baba! Bak ne yaptım!" diye bağırarak yanıma koştu. Elinde, resim dersinde yaptığı bir kağıt vardı. Beni görünce duraksadı, sonra koltukta oturan o "yabancı ve şık" kadını fark etti.devamı..