Günlerce yıkanmayan elimden, simsiyah su aktı...
Depremden önce, evimiz dar geldiği için daha büyük eve taşınmayı düşünüyordum. Fakat, fakat fırsat bulamamıştım.
Canımızı kurtarıp, zor kaçtığımız apartmanın, ezilmiş karton gibi olan enkazını seyrederken; "Ne kadar boş şeylere kafa yormuşuz..." dedim. Bütün derdimiz ve hırsımız; bir anda bitmişti sanki...
Dilimden düşürmediğim tesbihi tekrar ettim: "Lâ ilâhe ente sübhâneke innî küntü min'ez-zâlimîn."
Anlattığı her şeyle bizi hayrete düşüren bu hanım, bu kez kızkardeşinden bahsetti.
"Kendisi, takım hastasıydı. Tabağı-bardığı hep on ikişer alır, biri kırıldığı zaman kalanını çöp sayardı. Onu anneme filan verir, sonra yeni bir takım alırdı.
Çadırda kalırken kahve yapmışlar. Bana resmini attı. Fincanların her biri farklı. 'Abla, artık takıntı yapmıyorum...' diye de eklemiş."
Telefonunu açıp bana da gösterdi.
Fincanlar renk renkti...
"Çikolataları filan da nizami dizmiş." dedim.
Gülümsedi.
"Aynı zamanda simetri hastasıdır." dedi.
Üsteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz.