Acaba engizisyon diyerek haksızlık mı ediyoruz? Çünkü sosyal medyada yapılan “yargılamalar” engizisyonun dahi gerisinde. Engizisyon hukukunda, sonucu belli olsa da yine de hüküm vermek için bir mahkemeye ihtiyaç duyuluyordu.
Sosyal medyada hemen her gün birileri hakkında cezalar kesiliyor. Katil, sapık, hırsız, çocuk istismarcısı vb. olduğu ilan ediliyor. İnsanlığın yüzlerce yıllık mücadelesinin ve tecrübesinin sonucunda ortaya çıkan ve en temel hukuk kurallarından biri olan “masumiyet karinesi” ayaklar altına alınıyor. Bu karine, anayasamızın 38/3 maddesinde “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” biçiminde ifade edilir. Ancak birilerinin çok sevdiği cübbe giymiş mavi kuş için bunun pek bir önemi yok. O kuşun şahsında hepimizin bir elinde tokmak diğer elinde de kolayca kırılabilecek bir kalem var.
“Elmalı Davası” olarak adlandırılan çocuğun cinsel istismarı davasında hükümetiyle, muhalefetiyle, on milyonlarca taraftarı olan spor kulüpleriyle, sanatçısıyla, gazetecisiyle, “fenomeniyle” ve 82 milyon vatandaşıyla ittifak halinde bu karineyi çiğnedik. Sosyal medyadan dolaşıma sokulan çeşitli “belgelerle” bir anne ile üvey babanın küçük yaşta iki çocuklarına cinsel istismarda bulunduklarını, dahası para karşılığı başkalarının da istismar etmesine aracılık ettiklerini “öğrendik”. Tabii mahkemeye falan gerek olmadığı için hep birlikte hükmü verdik.
Yetmedi, anne ve üvey babanın adresleri yayınlandı, eli silahlı tipler, kim bilir kaç çocuğu anasız babasız bırakmış “çocuk dostu” mafya liderleri öldürelim çağrıları yaptı. “Siz öldürün ben azmettiriciliği üstleniyorum” diyen tuhaf delikanlı tipler bile gördük. Yine yetmedi, anne ile üvey babayı tahliye eden “vicdansız, çocuk düşmanı, tecavüzcü dostu” ağır ceza mahkemesi heyetinin peşine düşüldü. İsimleri yayınlandı. Ele geçirebilsek sosyal medya linçi gerçek linçe dönüşecekti. Edilen yüzbinlerce galiz küfürü saymıyoruz bile.
Herkes bu dava üzerine söyleyecek bir şeyler buldu. Bütün siyasi görüşler birleşti. Hepsi kendi açılarından masumiyet karinesini bir kenara bırakıp olayın üzerinde tepindiler. Muhalefet Türkiye’de yargının kalmadığı propagandasını yaparken, iktidara yakın muhafazakâr çevreler ise kutsal aile kavramına bir saldırı gördüler. Bir yandan “idam gelsin” lobisi ayağa kalktı, bir yandan da isim “teşhir” etmeyi marifet sayan, masumiyet karinesinin baş düşmanı bazı sözde kadın dernekleri kesintisiz yaygara yaptılar. Bir tek Sayın Doğu Perinçek mahkemelere güvenmemiz gerektiğini, kalabalıkların gürültüsüyle bu tür davalarda hakikatin ortaya çıkarılamayacağını belirtti.
Kamuoyu baskısı o kadar yükseldi ki Aile Bakanlığı “biz tahliyeye itiraz ettik” açıklaması yaptı. Ak Parti Sözcüsü Sayın Ömer Çelik, “vatandaşın hassasiyetinin değerlendirilmesi için” HSK’nın ilgili mahkeme heyeti hakkında soruşturma açtığını söyledi. Sanki mahkemeler kanuna ve vicdana değil de “vatandaşın hassasiyetine” göre karar verebilirmiş gibi.
Tabii cübbeli mavi kuşun hâkimlik yaptığı duruşmalarda savunma hakkı olmuyor. Bizler tek taraflı olarak yönlendiriliyoruz. Ancak yine de ilerleyen süreçte sosyal medyada yayılan “belgelerin” asılsız oldukları yönünde emareler ortaya çıktı. Ve bir anda linç korosu sustu. Bazı isimler dürüstçe mahcubiyetlerini dile getirse de ekseriyet hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam etti. Hepimizin kalbine bıçak gibi saplanan el yazısı mektubun başka bir davaya ait olduğunu öğrendik. Dolaşıma sokulan ses kaydı da apayrı bir davaya aitmiş. Sinirden ağlamamıza yol açan istismar çizimlerinin diğer ebeveynlerin yönlendirmesiyle çizildiğine ve güvenilir bulunmadığına ilişkin uzman değerlendirmesi de ortaya çıktı. Günlerce “Adli tıp raporlarında her şey açık” propagandası yapılsa da adli tıp raporları ortaya çıkınca istismarı kanıtlayan bir bulgunun olmadığını öğrenmiş olduk.
Aslında bu değerlendirmeleri yapmaktan da utanıyoruz. Çünkü bizim işimiz değil. Biz neden gizli kalması gereken bir dava dosyasını inceliyoruz? O da “sızdırıldığı” kadarıyla, tek yanlı. Nasıl oluyor da aslında hiçbir şey bilmediğimiz bir ceza davası hakkında ahkâm kesiyoruz? Hâlbuki suçlu ya da suçsuz ilan etmek, dosyadaki belge ve beyanların doğru olup olmadığını değerlendirmek bizim işimiz değil. Türk milleti adına karar verme yetkisi mahkemelerimizin. Hepimiz, yarım yamalak ve kulaktan dolma bilgilerle kendimizi mahkeme yerine koyarak hüküm vermeye kalkıyoruz. Anne ve üvey baba suçlu mu yoksa öz baba ve babaannenin tertibi mi söz konusu? Şahsen ben bu konuda kanaat bildirebilecek durumda değilim. Bu yazının amacı da bu değil. Hem biz mi bulacağız Allah aşkına?