Kocam üçüncü bir çocuk istedi.

Kocam, artık eski kocam demeye başladığım adam, çocukları hafta sonları görmeye başladı. İlk başlarda hevesliydi. Sonra yavaş yavaş aksatmaya başladı. Bazen geç getiriyor, bazen hiç almıyordu. Çocuklar hayal kırıklığına uğruyordu. Ben ise onları toparlamaya çalışıyordum.

Bir akşam kızım bana, “Anne, babam üçüncü çocuk istiyordu ya…” dedi. Başımı kaldırdım. “Bence o çocuk istemiyordu. O, senin hep burada olmanı istiyordu.”

O cümle her şeyi özetledi. Yıllardır benim varlığımı, emeğimi, sessiz fedakârlığımı garanti sanmıştı. Ben gidince boşluğun çocukla dolacağını zannetmişti.

Aylar geçti. Boşanma kesinleşti. Nafaka bağlandı. Ev satıldı, paylaşıldı. Daha küçük ama bana ait bir eve taşındık. Çocuklar odalarını seçti, duvarlarına resimler astılar. Ev sessizdi ama huzurluydu.

Bir gün eski eşim aradı. Sesi yorgundu. “Haklıymışsın,” dedi. “Ben baba olmayı hiç öğrenmemişim.”

Ne diyeceğimi bilemedim. “Öğrenmek için hâlâ zamanın var,” dedim sadece. “Ama bu sefer sorumluluğu gerçekten alırsan.”

Telefon kapandıktan sonra pencereye baktım. Çocuklar parkta oynuyordu. Kızım kardeşini itiyordu salıncağa, oğlum kahkahalar atıyordu. Ben onları izlerken içimde ilk defa tam bir bütünlük hissettim.

Üçüncü bir çocuğum olmadı. Ama kendimi yeniden doğurdum.

Ve bazen, gerçekten en cesur annelik kararı, bir çocuğu daha dünyaya getirmek değil; kendini kurtarmaktır.
Reklamlar