Emre’yle evlendiğimde

Taziyeleri soğukkanlılıkla kabul etti.

Tören bitince yanımıza geldi.

“Bu senin suçun,” dedi.

Donup kaldım.
“Ne?”

“Oğlum senin yüzünden öldü. Eve yetişmeye çalışıyordu.”

Bu yalandı.
Ama o an bunu tartışacak gücüm yoktu.

İki gün sonra çocukları dondurma almaya götürdüm.
Belki biraz gülümserler diye…

Eve döndüğümüzde ise nefesim kesildi.

Eşyalarımız siyah çöp poşetleri içinde kaldırıma atılmıştı.
Elif’in pembe battaniyesi rüzgârda sallanıyordu.

Kapıya koştum.
Anahtarım çalışmadı.

Kapıyı yumrukladım.

Açıldı.

Karşımda Nermin vardı.

“Ah, geri dönmüşsün,” dedi.
“Bu ev artık benim. Sen ve çocuklar başka bir yere gideceksiniz.”

“Burası benim evim,” dedim.

“Oğlumun eviydi,” dedi alayla.
“Artık değil.”

O gece arabada uyuduk.

Ama pes etmedim.

Ertesi sabah Emre’nin avukatını aradım.

“Bu tamamen yasa dışı,” dedi.
“Ve evet… Emre bir vasiyet bıraktı.”

Vasiyette her şey bana bırakılmıştı.
Ev, birikimler, yatırımlar…

Nermin’e bırakılan tek şey vardı:
200 bin lira.

Ama bir şartla.

Eğer bizi evden çıkarmaya kalkarsa…
O para bize geçecekti.

Ertesi gün mahkeme kararıyla evi geri aldık.

Akşam eve döndüğümüzde…
Nermin’in eşyaları da aynı siyah çöp poşetlerinin içindeydi.

Polis geldi.
Gerçeği anlattı.
Ve onu götürdü.

Bana bakıp tısladı:
“O çocuklar onun bile değildi!”

Yanına eğildim ve fısıldadım:
“Evet… ama artık senin de hiçbir şeyin değil. 200 bin lira dâhil.”

Yüzü bembeyaz oldu.
Reklamlar