Türkiye, 24 Ocak 1993’te acı bir haberle sarsıldı. Cumhuriyetin ve laikliğin savunucusu, araştırmacı, yazar, gazeteci ve entelektüel Uğur Mumcu, arabasına konan C-4 tipi plastik bomba ile gerçekleştirilen suikast sonucunda katledildi.
Hain saldırıyı, İslami Hareket Cephesi, İBDA-C, Hizbullah gibi örgütler üstlendi. Suikasta ilişkin ilk somut adım 7 yıl gibi uzun bir sürecin sonunda 11 Temmuz 2000’de “umut davası” adıyla bir dava açılmasıyla atıldı. Yıllardır devam eden davanın Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki son duruşması 16 Ocak’ta görülürken sanık Oğuz Demir’in yargılanmasına devam edildi.
Mumcu ailesinin avukatı Turgut Kazan, Uğur Mumcu öldürüldüğünde dönemin Emniyet genel müdürü olan Mehmet Ağar’ın dinlenmesini talep etti. Kazan, araca bombayı yerleştirdiği iddia edilen Oğuz Demir’in Türkiye’de olduğunu bildiklerini ancak hiçbir şey yapılmadığını ileri sürdü. Mahkeme, Mehmet Ağar’ın tanık olarak dinlenmesine karar verdi. Duruşma 12 Mayıs’a ertelendi.
Yüksek sesle savunduğu fikirleri yüzünden, bir gün karanlık güç odaklarının kendisini hedef alacağını biliyordu Uğur Mumcu…
Nitekim eşi Güldal Mumcu’ya, kendisine yönelik gerçekleştirilebilecek bir suikasttan bahsetmişti.
Güldal Mumcu, ‘İçimden Geçen Zaman’ kitabında eşi Uğur Mumcu ile arasında geçen diyaloğu şu satırlarla aktarmıştı:
“1992 yılının sonbaharında bir sabah... Uğur gazeteleri okumuş, ayakta duruyor. Ben yine bordo koltuktayım. Birden, ‘Güldal’ dedi, ‘Bunlar beni öldürecekler!’
‘Kim?’ dedim.
Yaşar Kaya’nın Özgür Gündem gazetesindeki makalesini gösterdi, şu satırları okudum:
Kürtler Cumhuriyet’in kurulmasında temel taş oldular. 1925’ten sonra Kürtler inkâr edildi. Bu konuda Mumcu’nun Kürtler için istediği bir şey var mı? Herkes maskesini çıkarsın!... Yoksa yüzlerindeki maskeyi biz yırtacağız. Biz yırtmazsak bile Kürt halkının dinamiği yırtacak. Herkesin notu, karnesi belli olmuştur. Kürt düşmanlığı yapmamak bile namus borcudur...’
‘Nereden çıkarıyorsun?’ dedim.
‘Halkın dinamiği yırtacaktır, sözünden. Bundan daha açık söyleyemezler’ dedi.”
*Araştırmacı gazetecilik denildiğinde akla ilk gelen isim oldu.
*Cesaretiyle bir ülkenin umutlarını artırdı.
*Türkiye’de gerici faaliyetlerin oluşturduğu tehditlerin karşısında durdu.
*Cumhuriyetin ve laikliğin yılmaz savunucusu oldu.
*Terör örgütlerinden, iktidarlardan, baskıdan ve yıldırmalardan korkmadı. Asla geri adım atmadı
*Ne yaptıysa halkı için, daha iyi bir Türkiye için yaptı.
Çok sevdiği halkına, "Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım unutma bizi… Bir gün sesimiz hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım unutma bizi..." sözleriyle seslenmişti Mumcu… Halkı da onu bir an olsun unutmadı. Takvimler, her yıl ocak ayının 24’ünü gösterdiğinde, cumhuriyetin ve laikliğin savunucusu milyonlar, saygı ve özlemle andı Mumcu’yu. Ve anmaya da devam edecek…
Mumcu, yaşadığı coğrafyada bir gün kendisinin de kurbanı olacağı faili meçhul cinayetler ile ilgili yıllar önce şu sözleri kaleme almıştı:
“Orta Doğu, emperyalizmin kol gezdiği, terör örgütleri ile çeşitli istihbarat örgütlerinin kanlı ve kirli oyunlar oynadığı karanlık dipsiz bir kuyudur. Bu karanlık ve dipsiz kuyuda cinayetler birbirini izler. Halk deyişi ile Orta Doğu’da ‘kimin eli kimin cebindedir’ bilinmez. Kim, kimi, neden öldürüyor? Bu soruların yanıtlarını anında bulmanın olanağı yoktur. Olaylar yıllar sonra aydınlanır. O da bir kısmı!”
İktidarların, din sömürgesinin ise nasıl kötü bir şekilde sonlanacağını yıllar önce görmüştü. Halkın dini kullananlar iktidarlardan bir gün elbet hesap soracağına dikkat çeken Mumcu, şu satırları kaleme almıştı:
"Hangi iktidar din sömürüsüne dayanmış, mutlaka yıkılmıştır. CHP iktidarı, ‘49 yılında din derslerini kabul etti. Yıkıldı, kurtaramadı bu ödün. DP, 1957’de Said-i Nursi’nin cüppesini bayrak yaptı. Ne oldu? Yıkıldı. Süleyman Demirel 1960’ların ortasında Nurcuların, tarikatların, Süleymancıların sakallarını okşadı. Ne oldu? Yıkıldı. Hac seferleri düzenleyen ANAP ne oldu, yüzde 20’ye indi. Halka güvenmek gerekiyor. Her kim ki din sömürüsünü kullanır, bir süre yararlı olur belki ama sonunda mutlaka seçim sandığında yenilgiye uğrar. Halk affetmiyor, din sömürüsünü affetmiyor halk. Bu son derece önemli bir sonuç, olgu ve gerçektir."
Milliyetçilik adı altında, ulusal duyguların sömürülmesine de karşıydı. Milliyetçiliğin ‘kan’, ‘ırk’ ve ‘bayrak’ edebiyatına kurban edilmemesi gerektiğini savundu.
Vatanseverliğin, kitleleri uyutmak için kullanılması tehdidine karşı ise şunları yazmıştı:
"Milliyetçilik, 'vatan, millet, Sakarya, kan, ırk, bayrak' edebiyatı mıdır, yoksa ulusun çıkarlarını, onurunu herkese karşı savunmak; yani tam bağımsızlık mıdır? Ülkenin onuru ayaklar altında çiğnenirken, 'vatan, millet, bayrak' edebiyatını yani milliyetçiliği sadece kitleleri uyutmak, kandırmak için kullanıp aslında bütün bu değerleri salt kendi siyasal ya da bireysel-sınıfsal çıkarları için kullanmak milliyetçilikse, bunun karşıtı nedir?"
Tele1