— “Kızımın başlığı para değil,” dedi Hasan Ağa. “Şaşıracaksınız ama dinleyin.”
Herkes dikkat kesildi.
— “Bir: Kızım üniversite okuyacak. Şehirde değil, istediği yerde. Masraflarını kısılmadan karşılayacaksınız.”
— “İki: Zehra çalışmak isterse kimse engel olmayacak.”
— “Üç: Bir gün bu evliliği bırakmak isterse, kapı yüzüne kapanmayacak.”
— “Dört: Ona bir kez bile bağırırsan, köyün bu yaşlı adamı karşısında durur.”
O an odadaki herkes donup kaldı. Kimse böyle bir başlık parası beklemiyordu. Ne altın, ne para, ne mal… Sadece insanlık.
Kerem’in babası ilk kez utandı. Hayatı boyunca parayla her kapıyı açmıştı ama bu istekler onu çaresiz bırakmıştı.
Kerem ayağa kalktı.
— “Baba, ben bunların hepsini zaten yapmak istiyorum.”
Kerem’in babası derin bir nefes aldı.
— “Hasan Ağa… Bu başlık parası, ödediğim en ağır ama en onurlu bedel.”
Zehra’nın gözleri dolmuştu. Babası kızını satmıyor, geleceğini koruyordu.
Düğün sade ama mutluluk dolu oldu. Köyde davullar çalındı, şehirden gelenler ilk kez bu kadar içten bir sevinç gördü. Zehra beyaz gelinliğiyle köy yolunda yürürken, Kerem ona hayranlıkla bakıyordu.
Evlilikten sonra Zehra üniversiteye başladı. Kerem her gün onunla gurur duydu. Zehra ise köyünü unutmadı; mezun olduktan sonra köye döndü ve kız çocukları için bir eğitim merkezi açtı. Kerem babasının şirketinde çalışmak yerine bu projeye destek oldu.
Yıllar sonra Hasan Ağa, torununu kucağına aldığında sessizce şunu söyledi:
— “Ben başlık parası değil, kızımın mutluluğunu istemiştim.”
Kerem ile Zehra, iki farklı dünyanın aslında sevgiyle birleşebileceğini herkese gösterdi. Şehirli zengin bir çocukla köyden fakir bir kızın hikâyesi, dilden dile anlatılan bir mutluluk masalına dönüştü.
Ve Zehra her gece Kerem’e aynı şeyi fısıldadı:
— “İyi ki beni değil, hayatımı seçtin.”
Mutluluk da tam burada başladı.