Karşımda bir çukur vardı. Ve o çukurda bir şey… bir şey saklanmıştı.
ellerim titrerken çukura uzandım. Esrarengiz bir poşet buldum; yaşlı, sararmış plastikten yapılmış, zararsız görünüyordu. Ama ağzını açar açmaz içindeki görüntüyle feryadımı tutamadım: İnsan dişleri. Gerçekti. Düzensiz, sayıca fazla—belki onlarcası, daha fazlası…
Titreyen dizlerim beni soğuk fayanslara oturttu. Poşeti kavradım; aklımda sadece bir düşünce dönüyordu: “Bu olamaz…” Sonra kayınpederin yanındaydım. Gördü poşeti; ağır bir nefesle:
“Bunları buldun demek…”
“Bu ne? Kimin dişleri?” panikle bağırdım.
Cevap yoktu. Gözlerini yere indirdi, uzun bir sessizlikten sonra fısıldadı:
“Kocan… sandığın gibi biri değil. Canlar aldı. Cesetleri yaktı—ama dişler yanmaz. Hepsini çekip buraya sakladı.”
İçimde bir boşluk oluştu. Güven, sevgi… Her şey yıkıldı.
“Sence… sen biliyor muydun?” diyebildim.
Gözbebeklerinde pişmanlığın ve suçluluğun gölgesini gördüm:
“Çok uzun süre sustum. Artık… ne yapacağına sen karar vereceksin.”
O andan itibaren anladım: Hayatım bir daha asla eskisi gibi olmayacaktı.