Koşarak yanına gittim ve onu gördüğümde

Mia’nın annesi, evin tadilatta olduğunu iddia ederek üç uzun ay süresince uzak durması konusu ile ilgili ısrar etti. Mia ilk başta bahaneyi kabul etti; sonuç olarak kariyeri onu meşgul ediyor idi ve annesi her vakit son derece bağımsız bir insandı. Ancak vakit geçtikçe bir gariplık hissetti. Annesinin telefondaki sesi giderek daha ince, daha mesafeli geliyordu. Bahaneler belirsizleşti ve günde bir kez oluşturulan aramalar garip sessizliklere dönüştü. Mia’yı giderek yükselen bir huzursuzluk hissi kemiriyordu, ta ki bir sabah bu histen kurtulamayarak arabasına binip doğruca çocukluğunun geçtiği eve gidene kadar.
Vardığında bahçe otlarla kaplı, posta kutusu doluydu. Normalde sıkıca kilitli olan ön kapı, dokunuşuyla açılıyordu. İçerisi, ev bakımlıydı – çok bakımlıydı. Toz yok, alet yok, plastik kaplı mobilya yok – rastgele bir tadilat sendromu yok. İçerideki sessizlik ağırdı. Mia seslendi, sesi merdivenlerde yankılanıyordu. Tam o sırada yatak odasından gelen hafif bir hışırtı duydu. Kapıyı itti ve dünyası durdu. Orada, yastık yığınına yaslanmış annesi oturuyordu – kel, zayıf ve kat kat battaniyelere sarınmış. Gözleri yaşlarla dolu bir şekilde fısıldadı, “Mia… beni bu tür görmemeliydin.”
Annesi, Mia’nın endişelenmesini ya da kariyerinden kopuk hissetmesini istemediği amacıyla gizlice kanserle mücadele ediyor idi. Hastalığını yalanların ve sessizliğin ardına saklamış, bir yük olmaktansa yalnızlığı seçmişti. Ama Mia amacıyla yalan, gerçeklerden daha acı vericiydi. Annesinin yanına diz çöktü ve gözyaşları amacıylade, “Asla bir yük olamazsın. Burada olmalıydım. Burada olmak istiyorum ,” dedi. O andan itibaren Mia, toplantı odalarını başucu bakımıyla, hırsı da varlığıyla değiştirerek geri döndü.
Annesinin hayatının son ayları, ikisinin de beklemediği ama ikisinin de çok değer verilen bir dönemdi.
Reklamlar