İnce bir zevkle döşenmiş geniş bir salondan geçip büyük bir kapının önünde durdular, sekreter kapıyı açarak, 'Buyurun!' dedi. O da içeri girdi. Kendisini ayakta bekleyen gence doğru hızlı adımlarla yürüdü, elini uzatarak, 'Merhaba, ben Prof. Dr. Mehmet Baydemir.' dedi. 'Bendeniz de Selim Cebeci... Lütfen buyurun, oturun.' dedi, genç iş adamı. Mehmet Bey, kendisine gösterilen yere oturur oturmaz: 'Yirmi üç yıl, tam yirmi üç yıl... Vaktiyle bana burs verip okumama vesile olan insanın elini öpmek için bu ânı bekledim.' dedi ve dudakları titredi, gözleri doldu. 'Ama o büyük insanın elini öpmek nasip değilmiş, bunun için ne kadar üzgünüm anlatamam.' Yaşarmış gözlerini kuruladıktan sonra Selim Beye döndü: 'Fakat en azından o büyük insanın oğlunun elini sıkmaktan da bahtiyarım.' Misafirin bu sözleri üzerine Selim Bey yerinden fırladı, kulaklarına inanamıyordu. Kelimelerinin her biri birer hayret nidâsı gibi dizildi cümlelerine: 'Mehmet Baydemir demiştiniz değil mi, Tosyalı Mehmet Baydemir mi?' Profesör, delikanlının bu heyecanlı haline bir anlam veremeyerek başıyla 'Evet' dedi. Bunun üzerine Selim Beyin gözleri sevinçle parladı. 'Babamla sizi uzun yıllar aradık; ama bulamadık.' dedi. Profesörün yanına gelerek iki eliyle elini tuttu, candan bir dost gibi sıktı ve 'Sizi karşıma Allah çıkardı.' dedi.