Düğün takı töreninden yeni çıkmıştık ki, yedi yaşındaki kızım Nil, hıçkırıklar içinde yanıma gelip gelinliğimin eteğini çekiştirmeye başladı: "Anne, babamın koluna bak! Ben yeni bir baba falan istemiyorum!" diye fısıldadı.
Nişanlım Rüzgar ile kızım Nil henüz dört yaşındayken tanışmıştık. O zamanlar ikinci şanslara olan inancımı çoktan kaybetmiştim. Nil’in öz babası Ali, kızım henüz bir yaşındayken ani bir kalp kriziyle bizi bırakıp gitmiş, hayatımızda koca bir boşluk kalmıştı. Bir an salonda kızıyla saklambaç oynayan adam, bir sonraki an yoktu.
Uzun süre kimseyi hayatıma almadım. Ta ki Rüzgar gelene kadar... Rüzgar beni ayaklarımı yerden keserek değil, güven vererek, sabırla ve sessizce severek kazandı. Nil’in sandviçlerinin kenarlarını sevmediğini fark edip o sormadan kesen, hayatımızda kimsenin yerini çalmaya çalışmadan bize yer açan bir adamdı.
Nil onu o kadar çok sevmişti ki, nişanlandığımızda mahcup bir tavırla, "Sana artık 'yeni babam' diyebilir miyim?" diye sormuştu. Rüzgar’ın gözleri dolmuş, ona sarılıp "Elbette kızım" demişti. O günden sonra Nil ona bir kez bile adıyla seslenmedi; onun için o sadece "Baba"ydı.
Düğünümüz, teyzesinin vefatı yüzünden altı ay rötar yapmıştı ama sonunda o büyük gün gelmişti. Her yer beyaz güllerle süslenmiş, sevdiklerimizle dolu harika bir düğün salonundaydık. Tam "Sonunda başardık, huzuru bulduk" dediğim anda Nil yanıma geldi.
"ANNE, BABANIN KOLUNA BAK! YENİ BİR BABA İSTEMİYORUM DİYORUM SANA!"
Donup kalmıştım. Eşim biraz ötede konuklarla şakalaşıyordu. "Nil, ne diyorsun sen tatlım? Nereden çıktı şimdi bu?" dedim. Nil hıçkırarak, "Dudak boyası... Babamın kolunda kıpkırmızı bir iz var. Ben çocuk değilim anne, bu aldatmak demek değil mi?" dedi.
İçime bir ateş düştü. Rüzgar’ı sakin bir odaya çağırdım. "Ceketini çıkar," dedim. Tereddüt etti ama çıkardı. Beyaz gömleğinin omzunda, tam Nil’in dediği gibi koyu kırmızı, kusursuz bir ruj izi vardı.
"Bu ne Rüzgar?" diye sordum. "Önemli değil," dedi panikle, "Annem öpmüştür içeri girerken." "Annen pembe ruj sürer Rüzgar, bu kan kırmızısı!" dedim ve odayı terk ettim.
Ağlamadım, bağırmadım. Kardeşim Melis’i buldum. "Bana yardım et, bir oyun oynayacağız," dedim. Melis eline mikrofonu aldı: "Hanımlar beyler, gelinimizin bir sürprizi var! Bir oyun oynuyoruz. Kimin çorabı kırmızı? Kimin kravatı çizgili?" diye sordu. En son bombayı patlattı: "Peki, aramızda kim şu an koyu vişne çürüğü ruj sürüyor? Görelim bakalım!"
Salon sessizliğe büründü. Herkes birbirine bakarken, gözler en arka masadaki Selin’e çevrildi. Selin... Üniversiteden beri en yakın arkadaşım, her derdimi bilen kadın. Yavaşça, yüzü bembeyaz bir halde ayağa kalktı.
Mikrofonu elime aldım: "Sana ödül yok Selin. Ama belki kocamın koluna neden o imzayı bıraktığını herkese anlatmak istersin? Neden Rüzgar'ı damgaladın?"
Selin tek kelime edemeden salonu terk etti. Ben de Nil’in elini tutup kendi düğünümden çıktım. O gece Rüzgar defalarca aradı, açmadım.Devamı..