Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kemal Arı ile Cumhuriyet Devrimi’ni ve Cumhuriyet’in ilan edilişi sürecini konuştuk. Arı, Türk Devrimi’nin fikir olarak Fransız Devrimi’nin etkisinde geliştiğine ve tarihsel sürecine dikkat çekiyor. Geleceğe ise, Cumhuriyet’in değerlerini korursak, güven içinde bakabileceğimizi vurguluyor.

PROF. DR. KEMAL ARI: Sayın Dolapçı, öncelikle teşekkür ederek başlamak istiyorum sorunuzun yanıtına. Cumhuriyet’i konuşmamız çok önemli; hele bu günlerde konuşmak daha da önemli. Neden? Çünkü 'Cumhuriyetimiz acaba tehlikede mi?' diye derin kaygılar yaşıyor bu toplumun bir kesimi. Gerçekte çoğumuzda her zaman bu kaygılar oldu. Dolayısıyla gözümüz gibi üzerinde titrememiz gereken bir değer bizim için Cumhuriyet. Onu korumalı ve gelecek kuşaklara aktarmalıyız. Böyle bir görevimiz var. Ancak, bu kaygıları yaşarken, öte yandan Cumhuriyetimize yönelik kimi saldırıları, gerçek dışı uydurmaları da görmezden gelemeyiz; hem içerden hem de dışarıdan gelen saldırılardır bunlar. Ve Cumhuriyet kurulduğu andan itibaren var bu. Bir gerçek yani…
Şimdi Cumhuriyet’e özellikle tarihi bir rövanş alanı olarak görüp, ona saldırmayı sanki bir görev gibi görenlerin saldırdıkları konulardan biri de bu dediğinizdir. 'Cumhuriyet bir oldubitti ile ilan edildi ve Atatürk bunu adeta dayattı; toplumun düşüncesi alınmadı, onun özgür iradesinin bu rejimi isteyip istemediği önemsenmedi' vs diyorlar. Bu tür eleştiriler, hani akademik tartışmalar olsa anlarsınız; ama kötü düşünceli insanların Cumhuriyet’i ve Türk Devrimi’nin önderini kötülemek, karalamak için bunu yaptığını biliyorsunuz ya; bu insanın biraz kanına dokunuyor. Bu soruyu tersine düşünerek yanıtlamak daha iyi olur sanırım. Hani empati yapmak diyoruz ya; yani bir duygudaşlık, kendimizi başka bir yere koyup, bir varsayım üzerinden gerçeğe bakarak, onu anlamaya çalışmak diyelim buna. Diyelim ki Cumhuriyet ilan edilirken bir oldubittiye getirildi ve bu doğru. Atatürk de bunu dayattı ve hem o dönemin siyaseti manipüle edildi, zorla bu kabul ettirildi ve toplum da buna razı olmak durumunda kaldı. Onca zaman geçtikten sonra önce şu iki noktaya bakmamız gerekiyor: Birincisi eğer böyle bile olmuş olsa, sonuç kötü müdür? Yani Cumhuriyet’in ilan edilmesi, yeni bir rejime geçilmesi kötü mü olmuştur? Uzun ölçekli düşündüğümüz zaman örneğin bu eleştiriyi yapanların kendi düşüncelerine ve yaşamı algılama biçimlerine göre buna baktığımız zaman, ulaşılan sonuç kötü mü olmuştur? Ulusumuz için iyi bir sonuç mudur, kötü bir sonuç mu? Tersini söyleyelim; Cumhuriyet’in alternatifi ne?
Saltanat rejimi, yani monarşi… Yani, monarşi, sultanlık rejimi dediğimiz sistem kalsaydı, daha mı iyi olurdu? Eğer, ‘Monarşi iyidir, Cumhuriyet’in gelmesi kötü olmuştur.' diye düşünüyorsanız; söyleyecek hiçbir şey yok. Yani o zaman bu eleştiriyi yapanlar, bakış açılarına göre haklı olmuş olurlar ve onların değerler dünyasında saltanatın iyi bir şey olduğunu kabul ederseniz, eh o zaman Cumhuriyet’in gelmesi kötü olmuştur der, geçersiniz. Evet, Cumhuriyet bir oldubittidir. Gerçekten de halkın açık oyuna sunularak, bir referandum ile kabul edilmiş de değildir. Milletin seçimleriyle parlamentoya gelmiş kişilerin, böyle bir öneri gelmesinden sonra, yapılan açıklamaya ikna olmaları ve oylamada kabul oyu kullanmalarıyla Cumhuriyet’e geçilmiştir. Ve kabul edelim yine, bunda Atatürk’ün rolünden başka, başka kişiliklere yüklenecek pek bir rol de yoktur.
Neden Atatürk’e büyük devrimci, tek adam diyoruz? Biraz da nedeni bu… Hep şu ima ediliyor bu savı ileri sürenlerce; işte bu işte de demokratça davranmadı, görüyor musunuz? Yani ne olacaktı? Hangi devrim, demokrasi ilkeleriyle, yöntemleriyle olmuştur? Böyle bir şey var mı tarihte? Türk Devrimi’nde nasıl arayacağız demokrasiyi? Böyle bir saflık olabilir mi? Hayır… Devrimin ruhu, mantığı biraz da böyle otokratik yöntemlerle gider. Burada önemli olan şudur; evet, cumhuriyet bir anda gelmiş değildir ama; en azından görüntüde, işin gidişini o güne kadar kavrayamamış olanlar için bir anda karşılarına çıkmıştır güya. Ama öyle bile olsa sonucu ne? Biz Cumhuriyet’e dayanarak ne kadar olabildiysek çağdaş bir demokratik ülke olduk. Bize bu yolu cumhuriyet açtı. O nedenle böyle eleştirel bakışın akademik bir değeri olabilir ama onun ötesinde boş bir bakış açısı ve gevezeliktir bana göre.
Sırasıyla gidelim; Cumhuriyet düşüncesi Atatürk’ün kendi düşünce dünyasında çok erken bir dönemde oluşmuş, olgunlaşmış ve bir yüksek düşünce halini almıştır. Gerçek bu. Bir kere konuyu anlamak için bakmamız gereken bir iki kaynak var. Bunlardan birisi yakın arkadaşı, Harbiye okulundan arkadaşı Ali Fuat Cebesoy’un meşhur kitabı; “Sınıf Arkadaşım Atatürk” adlı hatıra kitabı. Bu kitapta Atatürk’ün Harbiye öğrencisi olduğu ilk günlerden bu yana onunla ilgili Cebesoy’un anıları yer alır. Orada hem Misakı Milli’nin hem de Cumhuriyet düşüncesinin onda çok erken başladığını açıkça anlatıyor. Hem şunu da demeye çalışıyor Cebesoy; onda bizim alışkın olmadığımız farklı şeyler olduğunu görüyorduk, demeye getiriyor. İşte bir harita çiziyor bir yere, Anadolu var bu haritada, Balkanlar’ın bir kısmı var, ama Osmanlı Devleti’nin öteki parçaları yok. Bunun sonradan Misakı Milli’yle uyum içinde olan bir harita olduğunu söylüyor Cebesoy… Ve soruyorlar; sen buraya padişah mı olacaksın? Hayır diyor Atatürk, ondan da önemli… Yani padişahlıktan önemli ne olabilir? Cumhurun başkanı… Bundan bu sonucu çıkarıyor Cebesoy.
Bunu geçelim, gelelim ikinci kaynağa… Bu Atatürk’ün on dört kitabından birisi olan Büyük Nutuk’tur. Orada Atatürk, Kurtuluş Savaşı’na başlarken, amacı nedir, onu açıklıyor. Ve açıkça yeni bir devlet kurmaktan söz ediyor gerçek kurtuluş için. Ve bundan söz ederken de bu yeni devletin, hâkimiyeti milliyeye müstenit olacağını söylüyor. Ne zaman düşünmüş bunu? 19 Mayıs 1919’da bu düşünceyi olgunlaştırmış ve eyleme dönüştürmüş artık. Nedir hâkimiyeti milliye? Ulusal egemenlik demek. Yani egemenlik erkinin ulusa verildiği bir sistem. Bunun siyasal literatürdeki karşılığı Cumhuriyet’tir.
Zaten egemenlik dediğimiz erk, bir devlette üç türlü olabilir, kullanılması açısından. Ya kişilere aittir bu güç, ya toplumun bir kesimine ya da toplumu bütününe. Bir kişinin elindeyse buna monarşi deriz. Toplumun bir kesiminin elindeyse bundan oligarşi çıkıyor. Eğer toplumun elindeyse, yani yasama, yürütme ve yargı erki ulusun elindeyse bu yönetime de cumhuriyet diyoruz. Osmanlı Devleti bir monarşiydi. Egemenlik babadan oğula geçerdi ve toprak, yani devlet, üzerindeki halkla birlikte, hanedana aitti. Atatürk ne diyor Nutuk’ta? İşte tek çare vardı, yeni bir devlet kurmak ve bu devlet hem tam bağımsız olmalı ve hem de egemenlik erki millete ait olmalı. Yani cumhuriyet olmalı, bunu söylüyor. Zaten hâkimiyeti milliye kavramı, 19 Mayıs 1919’dan bu yana mücadelenin her aşamasında dillendirilmiştir. Sivas’ta çıkarılan gazetenin adı, İradei Milliye’dir; yani ulusal egemenlik. Ankara’da çıkan gazetenin adı Hâkimiyeti Milliye… Yani Cumhuriyet… ve ister o dönemde çıkan yasalara bakın, ister konuşmalara, her yerde hakimiyeti milliye deyimi var. Zaten cumhuriyet ilan edilirken o zamanki meclis başkanı diyor ya; bu çoktan doğmuş bir çocuğa adını vermekten başka bir şey değildir diye.
Evet, dediğiniz doğru. Mazhar Müfit Kansu’ya cumhuriyetten söz etmiştir. Hatıralarında yazar bunu Kansu… Ama bu daha önce cumhuriyet sözcüğünü kullanmadığı anlamına gelmez. Belki açık bir kaynakta bire bir cumhuriyet sözcüğünü kullandığını göremiyoruz ama bu kullanmadığı anlamına gelmez. Belki kullanmıştır ve bizler bilmiyoruzdur. Yarın bir kaynakta çıkıverir ortaya, bilemeyiz. Ama o cumhuriyet demese de cumhuriyetin başka bir ifadesi olan hâkimiyeti milliye onun bütün yaşamı boyunca temel düsturu olmuştur. Bu ortadayken, nasıl Erzurum Kongresinden önce bu kavramı kullanmamıştır, dolayısıyla olayların sürüklemesiyle, şekillendirmesiyle ortaya çıkmıştır diyebiliriz. Doğru değil bu.

23 Nisan 1920
İsmet İnönü’nün kendi şahsında böyle olmuş olabilir. Ama zaten o da genel olarak ele alıyor, konuyu Atatürk’ün kendi şahsında değerlendirmiyor. Atatürk’te daha once bu düşüncenin oluştuğunu söyledim. Ama mütareke dönemiyle ilgili yorumu doğrudur. Çünkü o dönemde de yoğun sistem arayışları vardır. Daha önce de Türk aydını sistem tartışması yapmıştır ama, bu tartışmalarda cumhuriyet düşüncesi çok cılız kalmıştır. Bir Namık Kemal’in ya da Ziya Paşa’nın sözlerinde görebiliyoruz ama onlarda da istenilen bir sistem olarak değil, daha çok eleştirel bakış biçiminde onların sözlerinde cumhuriyet yer almıştır.
Mareşal Fevzi Çakmak’ın bu sözleri, cumhuriyete geçilirken, yani o noktaya gelinceye kadar nasıl ağır deneyimler içinden geçtik, bunlar anlatılıyor. Yoksa o dönemin aydınlarının çok açık biçimde cumhuriyet arayışı ya da tartışmaları yoktur. Varsa da basit fantazilerden öte anlam ifade etmez bu arayışlar. Ama yıkılan Osmanlı Devleti yerine kurulan cumhuriyetin, ona göre daha güçlü olduğu kesin. Neden? Çünkü yeni kurulan devletin harcında akıl, bilim ve laiklik vardır. Osmanlı Devleti ne yazık ki bu özellikleri taşımıyordu. Hele ki son döneminde... Bu haliyle de çağın gerçekleri karşısında ayakta kalması mümkün değildi. Birçok hatalar yaptı, dünya ile yarış edemedi ve yıkıldı. Ve bu yıkılış sürecinde de Türk aydınları ve ulusun çocukları çok acılar çektiler. Ama sonuçta cumhuriyet dönemine geçildi ve orada da daha güçlü bir devlet, toplum yapısı ve sağlam bir kültür yaratılabildi. Ha bu cumhuriyet ne kadar sağlam? Bana göre çok sağlam… Tamam, eksiklikleri vardır, yanlışlar da yapılmış olabilir; bunların hepsi tartışılabilir.
Sağlamdır, neden? Bakın Cumhuriyet ilan edildikten bu yana 98 yıl geçti. Tam doksan sekiz yıl… Koca bir 100 yıl bu. Cumhuriyet kurulduğunda nasıl bir toplum yapımız vardı? Okuma yazma oranlarını, cehaleti, yoksullukları, cumhuriyet düşüncesinin bir fikri temeli olmadığını ve toplumun aydınlanmayı yaşamamış bir toplum olduğunu da düşünün? Daha da ötesi, cumhuriyet kurulduğunda, Avrupa’da hortlayıp kabaran faşizmi ve diktatörlük rejimlerini gözlerinizin önüne getirin? Böyle bir ortamda bu millet, ister tepeden gelsin ister aşağıdan, nasıl bu sistem yaratılabildi de o günden bu güne varlığını sürdürebildi? Ha, cumhuriyete çok saldırılar oldu. Tamam, kabul edilir bir şey bu. Ama sonuçta cumhuriyet büyük bir devrimi de yarattı, aydınlanma devrimiydi bu.
Cumhuriyet düşüncesinde Atatürk’ü en çok etkilemiş tarihsel olay, Fransız Devrimi ve onun sonrasında gelen Cumhuriyet’tir. Bu çok açık… Ha o zamanlar, pek çok yerde, yani belirttiğiniz tarihlerde cumhuriyetler patır patır kuruluyor, var bunlar. Bunların hepsi gerçek anlamda cumhuriyet midir? Ya da ne kadar cumhuriyettir? Bu tartışılabilir. Evet, Atatürk’ün üzerinde bu dediğiniz kalkışma ve egemenlik mücadelelerinin etkisi olumlu ya da olumsuz vardır, bu doğru. Ama onun gönlü Batı dünyasında, aydınlanmanın beşiği olan Avrupa’da, aydınlanmanın değerleriyle beslenmiş cumhuriyettedir. O da Fransız Devrimi’dir. Sadece cumhuriyeti değil, anayasanın olduğu siyasal sistemi, eşitlik kavramını, bağımsızlık kavramını ve hatta ulus kavramını doğrudan modern tanımlarıyla Fransız Devrimi’nden almıştır. Bunun kanıtı ne? Okuduğu kitaplar… Ve bu kitapların yanlarına düştüğü notlar. Orada çok açık görüyoruz bunu.
Zaten Kurtuluş Savaşı günlerinde, Fransa temsilcisinin önünde bir konuşması var. Biz bütün ilhamımızı Fransız Devrimi’nden aldık anlamına gelen bir söz… Öteki hareketlerin antiemperyalist yönleri elbette onu çok etkilemiştir. Ama onlarda da ne kadar cumhuriyet varsa, onların da aslında ilham kaynağı Fransa Devrimi’dir. Aydınlanma düşüncesinin ve hareketinin sonucunda ortaya çıkmıştır Fransız İhtilali kebiri… Yani büyük Fransız Devrimi… Cumhuriyet’in asıl büyük ocağı budur, Atatürk de bundan etkileniyor. Hatta Rousseau’yu eleştirse de, ondan da çok etkilenmiştir. Bunu karşılaştırmalı okumalar yaptığınız zaman çok net görüyorsunuz. Jean Jaques Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi’ni alın, Atatürk’ün Büyük Nutuk’u ya da Söylev ve Demeçleri'yle birlikte okuma yapın, etkiyi çok net göreceksiniz.
Ha, ikinci önemli etkilendiği olay da Sovyet Devrimi’dir. Onun da antiemperyalist yöne özellikle çok etkisi olmuştur üzerinde. Bunu da örneğin Lenin’le mektuplaşmalarında çok net görüyoruz.
Açık konuşalım, evet geleceğe ilişkin hem tehlike olduğunu görüyorum hem de bu olasılıktan kaygı da duyuyorum. Ancak kaygı duymak, hiçbir zaman derde deva olmuyor, olmaz. Kaygılarımız bize güç vermeli ve kaygımız olsa da hiçbir zaman umudumuzu ve güvenimizi eksik etmemeliyiz.
Neden kaygı duyuyorum, önce onu anlatayım: Cumhuriyetimizin elbette büyük kazanımları oldu; öncelikle ulus cumhuriyet sayesinde çok şey kazandı, bunu yadsımıyorum. Ama cumhuriyetimiz bugün, bizim istediğimiz yerde mi? Yani geldiğimiz yere bakarak, tamam oldu, cumhuriyetimiz hedefine ulaştı diyebilir miyiz? Eğer öyle olsaydı; cumhuriyetin hedefleri açısından baktığımızda bir kere çok daha ileri düzeyde bir demokrasi kültürü yaratabilmeliydik. Daha düzgün işleyen bir hukuk sistemimiz olmalıydı. Dış politikamız çok güçlü biçimde işlemeli; eğitimimiz dünyanın en kaliteli eğitim sistemi olarak çocuklarımızı geleceğe hazırlamalıydı. Dış borçlarımız bu kadar olmamalıydı örneğin, yani özellikle para konularında dışarıda tefeci diyebileceğimiz kesimlerden yüksek faizlerle alınan parayla ekonomimizi çevirmek durumunda kalmamalı, gerçek bir üretim ekonomisi yaratabilmeliydik. İnsanlarımız çok daha mutlu olabilmeliydi örneğin; gencecik beyinlerimiz, yurt dışına gitmeyi en baştaki amacı olarak görmemeliydi. Sonra her yurttaş olarak ulusumuza daha çok hizmet edebilmeli ve ulusumuzu yüceltmeyi en başta gelen bir erdem, ülkü, hatta bir namus ve onur borcu olarak görmemiz gerekiyordu.
Eğer bu saydıklarım ve daha da sayabileceklerim şeylerin yanıtları bizi hoşnut ediyorsa, evet Cumhuriyetimiz çok sağlam temeller üzerindedir, onun geleceği güvencededir ve hiçbir kaygıya da gerek yok, der, geçerdik. Eğer bu saydığım ve yanında daha da sayabileceğim öteki şeylere olumsuz yanıtlar veremiyorsam, o zaman kaygı duymamız normal.
Ama işte burada ne yapmalıyız sorusunun karşılığı önemli. Biz yurttaşlar olarak, cumhuriyet topluluğu olarak, ulus olarak ya da; neler yapmalıyız ve devletimiz daha güçlü olsun, hukuk sistemimiz daha düzgün işlesin; devlet ve millet kaynaşması tam olsun; geleceğimizi hep birlikte inşa edelim ve bocalamadan en gelişkin demokrasi kültürünü ulusumuza getirebilelim; daha doğrusu ulusumuz o düzeye gelsin ve işler tıkırında yürüsün…
Evet, elbette Cumhuriyetimiz ayakta kalacak, yıkılmayacak, o güçlüdür, buna yürekten inanıyorum. Ama hatalarımız, cumhuriyeti düşman olarak gören iç ya da dış odaklara cesaret veriyor, bundan güç alarak palazlanıyorlar. Çok çalışarak, üreterek, sorunlarımıza hakim olarak, bu ülkenin sorunlarına kafa patlatarak, daha güzel yarınlar inşa edebiliriz ve işte o zaman korkacak bir şeyimiz kalmaz; bunu başarabilirsek.
Türk futbolunun devrimcisi: Özkan Sümer8 izlenme
Almanya işgücü ihtiyacını karşılamak için Türkiye'den belirli sayıda işçi istedi.6 izlenme
Cumhuriyet neden 29 Ekim'de ilan edildi7 izlenme
ATATÜRK'TEN SOHBETLER11 izlenme
Kore İmparatorluğu nasıl Japonya sömürgesi oldu?13 izlenme
Ömer Seyfettin: Onlar da mı p.ç?7 izlenme
Atatürk'ün Suriye plânı! 'Başkasına söyleme, seni asarlar'14 izlenme
ABD Başkanı Clinton, Özal için ne dedi? Özal, ABD'den Bağdat'ı işgâl etmesini neden istedi?6 izlenme
O Türkiye’nin ilk uçak tasarımcısı ve üreticisi... İşte hayatı
Bir başka Kubilay: Mehmet Zeki Dündaralp
Batı, geçmişini çabuk unuttu! kendilerinden olmayanları ya yaktı ya da kovdu... Yahudiler de özgürlüğü Osmanlı'da buldu
Yusuf Akçura: Doğu'ya dayandıkça yenilmez oluruz