AK Parti ve müttefiki MHP, dış güçlere, kışkırtma ihtimallerine, etki ajanlığına karşı uyanık olma çağrıları yapıyor. Ancak bu kadarla bıraktığınızda yeni bir şey söylemiş olmuyorsunuz. Çünkü Soğuk Savaş yıllarından bu yana, bu ülkede sağ partiler solu eleştirmek başta olmak üzere, baş edemedikleri her türlü sorun kaynağı için hep kökü dışarıdalığı ve dış güçlerin oyunlarını gösterip, çözümü birlik ve beraberliğe her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olduğu noktasına bağladılar. Garp cephesinde değişen bir şey yok.
Evet, Türkiye’de dış güçlerin kışkırtma çabaları diye bir sorun var. Ama bir sorun daha var: Dış güçler kavramının siyasal bir söylem malzemesi olmaktan çıkartılması ve siyasal aktörlerin eylemlerini belirlemesi. Eskiler, aynası iştir kişinin lafa bakılmaz demişler. Nitekim bugün Türkiye’de dış güçler tehlikesine dikkat çeken siyasal aktörlerin, bu tehlikeye uygun bir ekonomik, siyasal ve toplumsal politika belirlemekte ciddi bir kabızlık çektiklerini görüyoruz.
Sorunun adını koyamamak AK Parti’nin birinci zaafı. Emperyalizm diyemezsen, Türkiye’nin yerini de tayin edemezsin. Meselenin iyilik-kötülük ya da din-mezhep meselesi değil, dünya siyasal ve ekonomik dengelerini oluşturan maddi temellere ilişkin olduğunu tespit edemezsin. Edemiyorlar!
O zaman da bir taraftan Türkiye’yi tehdit eden güçlere karşı uyanıklık çağrısı yapar, diğer taraftan o güçlerle pazarlık yaparak sorunlarını öteleyebileceğini zannedersin. Komşularınla papaz olur, düşmanınla pazarlık masasına oturursun. Strateji geliştiremezsin. Geliştiremiyorlar!
Temel strateji zaafının ekonomi alanındaki sonuçlarından biri hâlâ özelleştirme kafasıyla gitmeleri. Dış güçlerin tehdit ettiği bir ülkede Çayırhan Termik Santrali gibi kâr eden kamu kurumlarını özelleştirerek, kamu öncülüğünü, planlı kalkınmayı inkâr ederek, neoliberal ekonomi politikaları izleyerek, yani ekonominizi dış güçlerin operasyon sahası haline getirerek, nasıl direneceksiniz?
Dış güçler dediğin güçler, senin ülkenin içinde nasıl örgütleniyorlar sanıyorsun? Bu ülkeyi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yönetegelmiş hükümetlerin ekonomik ve siyasal zaafları olmasaydı, devletin içine kadar nüfuz eden bir örgütlenme yapabilirler miydi? Şimdi sen adı konulmamış bir IMF programı uygular, Batı’dan sıcak para dilenir ve ekonomiyi kötü yönetmenin faturasını halka çıkartırken, o dış güçler taleplerini ceplerinden tek tek çıkartıp önüne koymayacaklar mı?
Eğer bir ülkede dış güçlerden kaynaklanan kışkırtmalar ciddi bir tehlike oluşturmaya başlamışsa, iç cepheyi sağlam tutmak esastır. AK Parti ise eylem ve söylemi arasındaki makası bir türlü kapatamıyor. İkinci temel zaaf ve çelişki burada.
AK Parti iktidarında zenginliğine zenginlik katan, hiçbir şekilde zorlukların paylaşılmasına katılmayan kesim, rantiye kesimi oldu. Borçlanmaya dayalı ekonomik genişleme yıllarında, toplumun ücretli kesimleri de, artan sanal refahtan bir pay almışlardı. Ama bu bir balondu ve sönerken, fatura öncelikle emekçilere kesildi. Rantiyenin keyfi yerinde.
Öte yandan liyakatsizliğin kurumsallaştığı görülüyor. Bu ülkede her zaman torpil ve kayırmacılık olmuştu. Ama AK Parti hükümeti, bu işi sistemleştirdi, su geçirmez, sızdırmaz hale getirdi. Hatta öyle bir noktaya gelindi ki, partinin kendi içindeki klik çatışmaları, herhangi bir makama atanmak için AK Partili olmanın da yetmediği, hangi tarikattan, cemaatten, ekipten olduğunuzun belirleyici olduğu bir aşamaya ulaştı.
AK Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin'in Adli Yargı Hâkim ve Cumhuriyet Savcıları ile İdari Yargı Hâkimleri Kura Töreni'nde kendi yeğenini Cumhurbaşkanı Erdoğan’a tanıtma çabasına bir de bu gözle bakın. Belki onun bile aşamadığı bazı torpil engelleri vardır. Yazık değil mi kadıncağıza! Biraz empati yapmak gerekmez mi!
Cumhurbaşkanı Erdoğan iç cepheyi koruyalım çağrısı yapıyor. Bu çağrıya muhalefetin duyarsızlığına da sitem ediyor. Peki, kendisi ve partisinin iç cepheyi koruma iradesini yansıtan bir hareket tarzı var mı acaba?
Aydınlık