TBMM Genel Kurulu'nda 2026 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2024 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi'nin tümü üzerinde görüşmeler yapılıyor.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz'ın Cumhurbaşkanlığı Kabinesi adına yaptığı açılış konuşmasının ardından, bütçenin tümü üzerindeki görüşmelerde söz sırası genel başkanlara geldi.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, partisi ve grubu adına en kapsamlı değerlendirme yapmak üzere kürsüye çıktı.
Konuşmasına vergi adaletsizliği vurgusuyla başlayan CHP lideri Özel, AKP iktidarının ekonomi, eğitim, sağlık ve adalet politikalarını ağır sözlerle eleştirdi.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel yaptığı konuşmada, "Bizler bin yıldır insanı yaşat ki devlet yaşasın geleneğine sahibiz. Şüphesiz devletleri kuran da egemenliğin sahibi olan da millettir. Devlet ise insanı yani milleti koruyup yaşatmak için vardır. İnsanı yaşatma sorumluluğunun hakkıyla yerine getirilip getirilmediğini görmek için ilk yapılacak şey o ülkenin bütçesine bakmaktır. Bütçeler devletin aynasıdır. Bütçe hakkı, insanlık tarihinin en önemli kazanımlarından biridir" dedi.

Özel, şunları kaydetti:
"Eskiden krallar, padişahlar vardı. Milletten ne alınıp ona ne verileceğine tek adamlar veya etraflarındaki dar bir zümre karar veriyordu. 12'nci yüzyılda ilk kez kralın vergiye tek başına karar vermeyeceği yazı altına alındı. 17'nci yüzyıla temsil yoksa vergi de yok itirazı damgasını vurdu.
Devletin parasını nasıl topladığı, ne için harcadığı ve bunun hesabını nasıl verdiği konusu rejimler için ayrım noktasıdır, rejimler için nasıl bir rejim olduğunun en önemli göstergesidir, aynasıdır. Bütçe millet için yapılmıyorsa o zaman meclis sadece bir bina, genel kurul salonu adeta bir dekor, milletin varlığı sadece seyircilik, demokraside orada atılan repliklerden ileriye gitmez. Tiratlardan ileriye gitmez. O yüzden bugün burada konuştuğumuz şey sadece teknik bir metin, kalem kalem rakamlar gelir gider tabloları değildir. Öyle olmayacak.

Bütçe Kanunu kimlerin servetinin büyüyeceğine, kimlerin ekmeğinin küçüleceğine, kimlerin aslan payını alacağına, kimlerin kemer sıkacağına karar verilen siyasi tercihlerin yansıdığı metinlerdir.
Bütçeyi hazırlayarak milletin işi ve aşı üzerinde siyasi tercihlerde bulunan iktidar sahiplerinin bu bütçeyi sahiplenmeleri gerekir. Bu yönetim sistemi başladığında bu tek kişilik hükümet sistemidir, bakanlar artık atanmıştır, o yüzden meclise karşı sorumluluğu yoktur, Meclis'e karşı tek sorumlu Cumhurbaşkanıdır yaklaşımını hatırlatır, CHP 1 Ekim'de uğradığı haksız saldırılardan dolayı bir günlüğüne bir konuşmayı dinlemeye gelmedi diye Meclis'e saygısızlık yapıldı diyenlere bugün bütçenin gerçek, tek sahibi ve tek sorumlusunun Meclis'e gelip bütçesini anlatmak, savunmak, eleştirileri dinlemek yerine İstanbul'da olduğunu hatırlatmak ve Meclis'e saygı olacaksa bir ritüelin olduğu gün gelip bu kürsüden siyasi bir konuşma yapmakla değil gelip bu millete bütçenin hesabını vermekle olur.
Allah kimseyi yaptığı bütçenin hesabını millete vereceği yerde olma cesaretinden mahrum bırakmasın.

Türkiye bu yılı aslında 2018'den beri yaşanan çoklu krizlerin her anlamda ağırlaşan koşulları altında geçirdi. Ekonomide büyük propagandayla yaşananları örtmeye çalışanlar var. Türkiye bugün yüksek enflasyonda Avrupa birincisidir. Ekim ayı enflasyonumuz yüzde 2,55, dünyadaki 71 ülkenin yıllık enflasyonundan fazladır.
Yoksullukta, işsizlikte Avrupa birincisidir Türkiye. Yüksek faizde Avrupa birincisi, dünya ikincisidir. Gıda enflasyonunda, dünya ortalamasının yedi katına sahiptir. Enflasyonun, işsizliğin, yoksulluğun girdabında sürüklenen Türkiye, dünyada en çok suç işlenen ülkelerden biri haline gelmiştir. Yargıya güven yüzde 20'lere düşmüştür.
Bu veriler ne kadar doğruysa iktidarın yürüttüğü propaganda da maalesef o kadar gerçek dışıdır. 2025'te memleketin hali budur. 2026'nın böyle geçmemesi için bu bütçenin bir çare üretmesi beklenir. Bütçe görüşmeleri devletin de milletin de yeni yılı konuştuğu, daha iyisinin umulduğu, vatandaşın kulak kesildiği görüşmelerdir. Millet döner bu Meclis'e bugünlerde bakar. Baktığında ne gördü biliyor musunuz? 16,3 trilyon geliri 19 trilyon gideri olan yani daha ilk sayfasında 2,7 trilyon bütçe açığı verilen bir bütçeyi gördü. Bu öyle böyle bir açık değil.

Bu açık, ekonomiyi şaha kaldıracağız diye yetkinin tek başına talep edildiği cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin ilk bütçesinin tamamının tam iki katıdır. O bütçedeki açığın tam 22 katıdır. Bu rakamlar Cumhuriyet tarihinin rekorudur. Aynı şekilde faiz gideri yüzde 40'lık artışla 2,7 trilyon liraya çıkıyor. Cumhuriyet tarihinin en yüksek faiz gideridir. 2017 yılında 100 liralık verginin 10 lirası faize giderken, bu yıl 100 liranın 20 lirası faizi ödenecek.
Bütçenin yüzde 97,5'i yani neredeyse tamamı vergi gelirlerinden oluşuyor. Peki, bu vergi kimden toplanacak? Her 100 liralık verginin 63 lirası dolaylı vergi. Yani zengin fakir ayırmayan, fabrikatörden de fabrikadaki asgari ücretliden de aynı alınan vergi. Dolaylı vergi. Elektrikten, sudan, temel harcamalardan...
Peki ondan sonraki büyük kalem? 100 liranın 25 lirası çalışanların maaşlarından kesilen gelir vergisi. Geriye ne kaldı? Yüzde 11 kar eden şirketlerin ödeyeceği kurumlar vergisi. Avrupa'da dolaylı vergilerin bu kadar yüksek, gelir vergisinin bu kadar fazla, şirketlerden alınan verginin bu kadar düşük olduğu bir başka ülke yok. Yani Türkiye vergi adaletsizliğinde de Avrupa birincisi.

Yeni yılda hep birlikte saniyede 495 bin lira vergi ödeyeceğiz. Vergi gelirinin 8,5 trilyon lirası sadece ÖTV ve KDV'den alınacak. Peki bu ÖTV ve KDV kimlerden toplanacak? Bu ülkede temel tüketim ürünlerine ÖTV ödeniyor. Şaka gibi. Mutfak tüpünden tırnak makasından ÖTV alınıyor. Elektrikli süpürgeden, doğal gazdan ÖTV alınıyor. Evinizde harcadığınız her şeyden evinize aldığınız her aletten ÖTV harcanıyor.
Ama pırlantadan, elmastan lüks kol saatinden alınmıyor. Lüks kol saatinin saatinden alınmayan, kayışından alınıyor. 50 bin dolarlık saatten değil, kordonundan vergi alınıyor. Yattan yüzde sekiz vergi alınırken cep telefonundan yüzde 50 vergi alınıyor. Türkiye'de otomobil dediğiniz tekerlekli bir vergi dairesi. Vergisiz fiyatı 700 bin lira olan bir araç, ÖTV 564 bin lira özel tüketim vergisi, KDV 254 bin lira, üzerindeki teyitte radyo vardır varsa TRT'yi dinliyordur diye 5 bin 600 lira bandrol vergisi, toplam 700 bin liralık araca 824 bin lira vergi.
Aracın fiyatı 1 milyon 524 bin lira. Yani bir araba kendisine alabilen vatandaş bir arabayı da devlete vermek zorunda bu ülkede. Sonra gidip marşa basmak için doldurduğu her litre depoda bin 340 lirada akaryakıta vergi ödeyecek. Bitmeyecek, ardından kasko yaptıracak vergi ödeyecek, trafik sigortası yaptıracak vergi ödeyecek.

Bu vatandaş çok önemli bir üniversiteyi bitirmiş, çabalamış, sınavlara, mülakatlara girmiş ve 73 bin lira maaşla çalışmaya başlamış bir beyaz yakalı olsun. Yıllık maaşı 876 bin lira ödediği gelir vergisi 200 bin lira. Yani 12 aylık maaşının üç tanesi gelir vergisine gidiyor. Eskiden bu genç iş bulduğunda mahallesinde soruyorlardı 'Ne kadara iş buldun?'
Maaşı çok iyi değil ama yılda üç ikramiyesi var. '73 bin lira alacağım ama 15 maaş alacağım' diyordu. Şimdi ikramiye kalmadı ama 12 maaşın üç tanesi vergiye gidiyor ve dokuz maaşla geçinmek zorunda yıl boyunca. Bugün gelir vergisinde ilk dilim 158 bin lira. Aslında bu ilk dilim her sene yeniden değerleme oranında artırılmalı.
Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarından önce böyleydi. Yeniden değerlemede virgülden sonrasını almamak diye bir oyun buldular. Sonuç, eğer yeniden değerleme tam olarak yansıtılsaydı ilk dilim 415 bin lira olacaktı. 24 yılın sonunda 158 bin lirada kaldı. AK Parti iktidarının başladığı sene ilk dilim 21'inci asgari ücretten sonra başlardı. Şimdi altı asgari ücret sonra ilk dilim başlıyor. O yüzden 70 bin lira maaş alan bir beyaz yakalı şubat ayı maaşını aldığında dilim değişiyor ve bir üstteki dilime geçmeye başlıyor.
Uzun bir çalışma sonucunda CHP olarak parti programımızı yeniledik. Bugün benden ve CHP grubundan bu yılın bütçe görüşmelerinde sorunları duyacaksınız ama bu sorunlara CHP hangi somut çözüm önerilerini öneriyor bunu da duyacaksınız.
Biz vergiyi kemer sıkan tabana değil tabana yayan bir anlayışta olacağımızı ifade ederek, dolaylı vergileri ilk elden Avrupa ortalamasına yani yüzde 30'lara düşüreceğimizi, gelir vergisinin ilk dilimini yoksulluk sınırı hesabıyla yükselterek neredeyse bir milyon liranın üzerine çıkana kadar yıllık gelir ilk dilimden vergi alınacağını, şirket giderlerinin vergiden düşüldüğü ama vatandaşın zorunlu harcamalarının vergiden düşürmediği bu düzene itirazımızı, vatandaşın eğitim, kira, sağlık harcamalarının doğrudan vergiden düşeceği, mutfak tüpünden tırnak makasından, elektrikli süpürgeden değil, pırlantadan elmastan, lüks araçlardan ÖTV'nin alınacağı bir vergi düzeni önerdiğimizi ifade etmek isterim.
Bütçenin adaletli oluşması, adaletli dağıtılması lazım. Bütçe oluşumunda adalet yok. Bir de dönüp dağıtımına bakmak lazım. Ve bir şey konuşacaksak önce eğitimi konuşmak lazım. Anketlerde halkın yüzde 70'i eğitimden memnun olmadığını söylüyor. AK Parti'nin seçmeninde de oran yüzde 60'la 65 arasında memnuniyetsizliğe denk geliyor. Gelir seviyesi düştükçe kadın AK Parti seçmeninde memnuniyetsizlik yüzde 78'e kadar tırmanıyor.
Toplumun en fakir yüzde 20'si eğitim harcamalarının sadece yüzde 2,3'ünü yaparken toplumun en zengin yüzde 20'si eğitim harcamalarının yüzde 64'ünü harcıyor. Bir tarafta yüzde 2 diğer tarafta yüzde 64. İşte burada bırakın eğitimde fırsat eşitliğini, hayata geriden başlayan bir çocuğun kapatamayacağı kadar büyük bir farkın ortaya çıktığını görmek lazım.
10 yıl önceki Adalet ve Kalkınma Partisi bütçesinde dahi eğitime ayrılan pay 19, hedef 25 iken bugün getirdiğiniz bütçede eğitime ayrılan pay yüzde 15'e gerilemiş durumdadır. 68 bin atanmamış öğretmen varken ve rahmetli Bülent Ecevit'e 'Madem atamayacaktın adam niye okuttun bu çocukları' diyen Recep Tayyip Erdoğan bugün bir milyon atanmayan öğretmenin kendi karşısına çıktığında sinir krizleri geçirmektedir.
Bugün devlet okullarında 100 bin ücretli öğretmen görev yapmaktadır. Demek ki 100 bin öğretmen ataması hemen yapılması gereken durumdadır. Ancak maalesef bu müesses nizam AK Parti'nin kara düzeni buna olanaklı kılmamaktadır. CHP olarak eğitimde fırsat eşitliğini sağlayacağız.
İktidarımızda devlet okullarında okuyarak, liseyi bitiren her genç en az bir yabancı dili çok iyi seviyede konuşacak ve dünyayla rekabet edecek teknolojik becerilere sahip olacak. Kaliteli eğitim sadece zenginlerin ulaştığı bir imkan olmayacak. Okullar temiz ve güvenli olacak. Öğrencilere her gün okulda bir öğün ücretsiz okul yemeği vereceğiz. Bugün belediyelerimizin başlatıp, izin verilen her okulda yaptığımız ücretsiz, temiz okul suyu uygulamasını su sebilleriyle ve arıtma sistemleriyle birlikte öğrencilere bedava vereceğiz.
CHP'nin girebildiği okulda şimdi, yönettiği ülkede tüm okullarda zenginin çocuğu kana kana temiz su içerken yoksulun çocuğu tuvalet çeşmesine ağzını dayamayacak. Belediyelerimiz bugüne kadar iktidarın kapatma çabalarına, valiliklere verdiği talimatlara tüm saldırılara rağmen hedefimiz olan bin kreşten şu ana kadar 770'ini açmış durumdalar. İktidarımızda her mahallede devlet kreşleri açacağız. Kreş hem o çocuğun geleceği için ona dokunacak hem de annesini sadece çocuğu doğuran, ona bakan, evde kocasını bekleyen çizgiye sıkıştırılmaktan kurtaracak.
İktidarımızda mümkün olan bütün köy okullarını açacağız. Taşımalı eğitim istisna haline gelecek. Mülakat kalkacak liyakat gelecek. Mülakatta 'Reis' deyince aklına ne geliyor dendiğinde 'Temel Reis ıspanak' diyenin elenip dombra söyleyenin tercih edildiği bu sistemi tarihe gömeceğiz. Milli Eğitim Bakanlığı'ndan daha çok öğretmen istihdamının üç harfli süper marketlerde yapıldığı bu utanca eninde sonunda son vereceğiz.
Eğitim gibi kaliteli sağlık hizmetleri de maalesef sınıfsal bir noktaya gelmiştir. Özel hastaneler son yıl 20 yılda yüzde 103 oranında artmış kamu zayıflamıştır. Sağlık sisteminin üçte biri artık özel sektörün önündedir. Aile sağlığı merkezlerinde ve kamu hastanelerindeki sağlık çalışanları ağır sorunlar altındadır. Bugün vatandaşlar randevu sırası bekliyorlar. Göz, kardiyoloji ortopedide bile bu süre ayları bulabiliyor. MR için bir buçuk iki ay sonrasına tarih veriliyor. Fakirsen, yoksulsan bu süreyi beklemeye mecbursun ama zenginsen, özel hastanede anında işini hallediyorsun. İşte milleti sınıflara bölen ve bu sınıflara göre muamele eden AK Parti'nin kara düzeni budur.
Biz salonlarda oturmuyoruz. Haftada iki miting yapıyoruz. Vatandaşın dertlerini, sorunlarını dinliyoruz. Örneğin Sinoplular oradaki devlet hastanesinde yetersiz olduğu için Samsun'a gitmek zorunda kaldıklarını, Karabüklüler hematoloji bölümü olmadığı için Ankara'ya gelmek zorunda kaldıklarını, Muş ve Ağrı çocuk yoğun bakımı olmadığı için dört beş saat süren yolculuklarla Van'a gitmeleri gerektiğini ve kayıpların yaşandığını ifade ediyorlar. Bu kara düzende yeni doğan bebekler bile güvende değil. Ticarileşmiş sağlık sistemi, para hırsı ve denetimsizlik yeni doğmuş bebeklerin canına kastetmiştir.
Araştırmalara göre sağlık emekçilerinin yüzde 65'i tükenmişlik sendromu yaşamakta, yeni göreve başlayan genç hekimlerin yüzde 60'ı yurt dışında yaşamak istediğini söylemektedir. Bu konular, bu polemikler yaşandığında Sayın Erdoğan 'Gidenler gider kalanlarla yolumuza devam ederiz' demiştir. Maalesef son beş yılda 11 bin 700 doktor ülkeyi terk etmiştir. Tabii ki o doktorların ailelerinin de sözünü söyleyeceği sandık gelecek, bu millet kimin gideceğine, kimin kalacağına karar verecektir.
Biz koruyucu sağlık hizmetlerini merkeze alan basamaklandırılmış bir sağlık sistemini tesis edeceğiz. Kamuyu güçlendireceğiz. Mümkün olan devlet hastanelerini ve tüm askeri hastaneleri yeniden açacağız. Hekim ve sağlık çalışanı sayısını arttıracağız. Sağlık çalışanlarına şiddete gerçek bir caydırıcılık getireceğiz. İlaca erişimi güvence altına alacak, emeklilerin hastanede, eczanede ve maaşlarından sürekli kesintiler yapan bu sistemden onları ilelebet kurtaracağız.
Performans sistemini kaldıracak emekliliğe yansıyan temel ücret liyakat esasta atama ve terfi sistemi getireceğiz. Ortez, protez tıbbi cihazlarda en ucuzunun hatta piyasada bulunmayanın ödenip daha iyisi talep edildiğinde ya da var olan alınmak zorunda kalındığında hastanın fiyat farkları ödediği bu vicdansız uygulamadan vazgeçeceğiz.
En büyüğünü yapayım diye şehir içindeki tüm hastaneleri kapatıp çocuk hastanesini, göğüs hastanesini, devlet hastanesini, dispanserleri kapatıp, şehrin uzağına 700 lira taksi parasıyla gidilen şehir hastaneleri yanlışından vazgeçeceğiz. Elbette mevcut olan hastaneleri koruyacak, oraları kullanacak ancak insanların evine yakın, doğru optimizasyonla, doğru ölçekte en doğru hastaneleri inşa edeceğiz. Paran kadar sağlık dönemini sonlandıracak, herkes için eşit ücretsiz ulaşılabilir sağlık sistemi kuracağız.
Bunların yanında bir de barınma krizimiz var. Bugün büyükşehirlerde ortalama kira 30-35 bin lira. Ortalama kira ilk kez bir buçuk asgari ücret düzeyine çıkmış durumda. Yani bugün 22 bin 100 lira alan asgari ücretli de 16 bin 800 lira alan emekliler de kira ödese aç, karnını doyursa sokakta kalacak durumda getirildiler. Büyükşehirlerde satılık konut fiyatları altı milyon lira. Konut sahipliği oranı 10 yılda yüzde 61'den yüzde 50'lere doğru geriledi.
Yüzde 50'lere doğru yaklaşıyor. Barınma krizi artık şehirlerin dışında okuyan üç bin lira kredi verilen üniversitelileri okuldan koparan bir soruna dönüştü. CHP olarak biz iktidarımızda tam teşekküllü, planlı ve kurallı bir sosyal konut seferberliğini başlatacağız. TOKİ asli işi olan sosyal konut üretimine odaklanacak. Yeni kurulan alanlarda kentsel dönüşüm bölgelerinde sosyal konut kotaları uygulayarak sosyal konut stoğunu arttıracağız.
Dar gelirliler, emekliler, emekçiler, orta gelir grupları için ayrı ayrı kiralık ve satılık sosyal konutlar üreteceğiz. Kiralık konut projesinin dünyadaki sosyal demokrat partilerin başarılı uygulamalarından alıp altı aydır Türkiye'de çalıştığımız bu süreçte Adalet ve Kalkınma Partisi'nin de benimsemesini önemsiyor, gelecek için zaman kazandırdığını düşünüyor ama yüzde 5'lik kiralık sosyal konutu son derece göstermelik buluyoruz.
Bunun dünyadaki gerçekleşen ve sorunu çözen oranının yüzde 30 ila 40 arasındakinin kiralık, diğerlerinin ucuz edililebilecek, satılık sosyal konutlar olmasını öneriyoruz. Biz öyle yapacağız. CHP iktidarında gelire göre kira uygulamasına geçeceğiz. Dünyada emekçilerin emeklerini gören onların arkasında duran gelire göre kira uygulamasını hayata geçireceğiz. Sosyal konutta kura hileleri ve bu konudaki şüpheler son bulacak, mağduriyetler bitecek. Gençlere ve öğrencilere uygun kiralık konut modelinde öncelik sağlayacağız. Dezavantajlı gruplar için yerinde dönüşüm temel ilkemiz olacak.
Tarımda kendi kendine yeten ender ülkelerden biriydik. Şimdi samandan mercimeğe ithalat bağımlısı bir ülke olduk. Gıda enflasyonunda OECD'de birinci, dünyada üçüncüyüz. Türkiye, dünyada gıda enflasyonu en yüksek üçüncü ülke durumunda. 2001'de tarım yapılan iki buçuk milyon hektar arazide bugün tarım yapılmıyor. Bir Trakya'dan büyük toprak, bundan daha fazla bir alanda artık çiftçiler yok. Çiftçinin ortalama yaşı AK Parti geldiğinde 30'du bugün 58..
Tarımda çalışan sayısı 7,5 milyondu, 4,5 milyona düştü. Bu yıl tarım sektörü yüzde 13 ile en sert daralmasını yaşadı.
Maalesef sevgili Cevdet Yılmaz bunu anlatırken şu şekilde anlattı: 'Tarımda eksi yüzde 12.7 büyüme kaydettik.' Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım eksi 12.7 büyüme kaydedilmez. Eksi 12.7 küçülünür. Büyüme istediği gibi olmadığında ılımlı ama istikrarlı büyüme performansı sergileyenler 2002'den beri en düşük emekli maaşının yüzde 640 artış kaydettiğini söyleyenlerin bu mahcubiyetini anlıyorum ama siyaset her zaman iktidar olmak her zaman kazanmak, her zaman alkış almak değil, hele hele bu kadar berbat bir performanstan sonra bu kürsüye çıkıp öz eleştiri yapmayı da ister. Öz eleştiri bekler.
Gayri safi milli hasılanın yüzde 1'inin destekleme olarak çiftçilere verilmesi gerekiyor. Binde iki getirmişsiniz. 772 milyar yapılması gereken destekleme için bu sene 168 milyar lira yazmışsınız. Bu 772 milyarı çiftçiye verseniz bugünkü desteklemenin beş katını alacak, siz parayı oraya vermiyorsunuz ama vazgeçilen gelirler hanesine neredeyse bu paranın aynısını yazıyorsunuz. Hayvancılıkta ağır sorunlar var. Denetim eksikliği, kontrolsuz ithalat, sınırdan kaçak geçişlerin sebebiyetiyle şap hastalığı 100 binlerce hayvanın telef olmasına, besicilerin ağır mali kayıplarına neden oldu.
Bakanlık farketmekte, önlem almakta, aşıyı getirmekte gecikti. İthal aşı alıp yaptıranlar hayvanlarını kurtardılar. Gelen aşıların da etkisiz olduğu en çok konuşulan konulardan bir tanesi. Hayvancılıkta desteklemeler yetersiz. Sonuç kırmızı etin dünya ortalaması yedi dolarken Türkiye'de 21 dolar. Şaka değil. Dünyada kırmızı et yedi dolar.
Türkiye'de 21 dolar. Almanya'da asgari ücret 2 bin 100 dolar. Türkiye'de 480 dolar. Hans 2 bin 100 dolar alıp kırmızı eti yedi dolara yiyor, bizimki 400 dolar alıp kırmızı eti 21 dolara yemeye çalışıyor. Ve buna çözüm bulması gerekirken son üç yılda 2.8 milyar dolarlık hayvan ithalatı 1.4 milyar dolarlık et ürünü ithalatı yapılmıştır. Bu ülkede kendi şirketinden dezenfektan satın alan Ticaret Bakanı'ndan sonra kendi şirketinden et ihalesi alan Et ve Süt Kurumu Müdürü de AK Parti'nin kara düzenine nasip olmuştur.
Biz iktidarımızda çiftçiye, kanundaki destekleri vereceğiz. Zaten kanuna aykırı bir bütçeyi buraya nasıl getirmeyi içinize sindiriyorsunuz anlayabilmiş değiliz. Çiftçinin kullandığı mazottan, KDV ve ÖTV'yi kaldıracağız. Bizi bugün dinleyen çiftçi kardeşlerimiz için söylüyorum: CHP iktidarda olsa bugün mazot 58 lira değil, 33 lira olacak.
Çiftçi kredilerinin faizlerini silip anaparayı beş yıla yapılandıracağız. Türkiye ithal eden değil, üreten bir ülke olacak. Tarlada 10 lira, markette 100 lira dönemi, utancı artık son bulacak. Üreticinin de, tüketicinin de mutlu olduğu yeni bir düzen kurulacak."
Değerli milletvekilleri, sosyal devlet anlayışı ters yüz olmuş durumda. Devletin vergi toplayan sağ eliyle -ki tüm sertliğiyle üzerimizdedir- dağıtan şefkatli sol elinin dengesinin kurulması gerekiyor. Sağ el fevkalade aktif şekilde çalışırken sol el neredeyse hiç ortada yoktur. Bugün sosyal yardıma muhtaç kişi sayısı 20 milyona yükseldi. Genel sağlık sigortası primi 780 liradan bin 560 liraya çıktı. Ama primi devletçe karşılananların sayısı 9,4 milyondan 8,2 milyona düştü.
Yoksullara elektrik desteği, bütün anketlerde “Gelecek yıl daha kötü geçecek” diyenlerin ortalamasını yüzde 64 “Aynı olur” diyenleri yüzde 20 “Fikrim yok” diyenlerin yüzde 10 “Daha iyi olur” diyenleri yüzde 5 gösterirken siz elektrik desteği vereceğiniz hane sayısını bu sene 4,1 milyondan 2,8 milyona düşürüyorsunuz. Asgari ücretin ve emekli maaşının düşüklüğünün yanında birkaç maaş daha hatırlatayım: Bu sene, bugün Türkiye'de dul aylığı 12 bin 600 liradır, bugün Türkiye'de yaşlı aylığı 5 bin 400 liradır, engelli aylığı 4 bin 300, yetim aylığı 4 bin 200 liradır.
“2025'te yoksullaştım” diyenlerin oranı yüzde 64 “2026'da yoksullaşacağım” diyenlerin oranı yüzde 58'dir. “Durumum iyi olacak” diyenler sadece yüzde 10'dur gelecek sene için. Bu kara düzenin insanların umutlarını çaldığını görmek durumundayız. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak yoksulları birinin yakını oldukları için değil, bu ülkenin onurlu yurttaşları oldukları için yoksulluktan kurtaracağız. Biz yoksulluğu yönetmeye değil, yok etmeye geliyoruz.
Bunun için uzun süredir çalıştığımız, dillendirdiğimiz temel vatandaşlık gelirini hayata geçireceğiz. Herkese belli bir gelir desteği sağlayan sosyal devleti kuracağız. Yardımlar sürekli kılınacak. Amaç, yoksulluktan tam bir çıkış olacak. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında Atatürk’ten emanet bu Cumhuriyet, yine kimsesizlerin kimsesi olacak.
"19 Mart yaşanmadan bir ay önce, grup salonumuzda demiştim ki, ‘Bir darbe mekaniği işliyor. Bu darbe öncekilerden farklı. Bütün darbeler iktidara yapılır. Oysa bu darbe mevcut iktidar tarafından sonrakine, şimdiki Cumhurbaşkanı tarafından bir sonraki Cumhurbaşkanına yapılmaya niyetleniyor. Bu Türkiye’ye kaybettirir’ demiştim. Maalesef bu kez tankla, postalla değil; cübbeyle geldiler.
Müesses nizamın dengesi bozulmasın, bir avuç insan rahat etsin diye milletin huzuru ve refahı o gün feda edilmiştir. Çünkü müesses nizam değişmeyen aktörleri ve kurguları, bu millete dayatılan bir düzendir. Sayın Erdoğan maalesef artık partisine, partinin ana kademesine, kadın kollarına, gençlik kollarına değil; bir tek kendi partisinde olan yargı kollarına güvenmektedir.
Tepkimizi, üzüntümüzü haklı, mazur görmelisiniz. Dokuz aydır neler yaşadık biz biliyor musunuz? Darbenin bildirisinin okunduğu sabah ‘560 milyarlık yolsuzluk’ diye yola çıktılar. Bugüne geldik. İddianame kanıt, kanıt... Hiçbir kanıt ortaya koyamadılar. İBB’nin altı yıllık bütçesi 560 milyarın kat kat altında çıktı. Para dolu valizler yalanına sizi de inandırdılar, Tweet atanlarınız oldu, iddianame çıktı ‘Valizlerlerde jammer var, iletişim özgürlüğüne engel oldular’ diyor.
‘Parkenin altından 2 milyon dolar çıktı’ dediler. Yalan çıktı. Söyleyen gazeteci ‘Ben de kandırdım, yanlış oldu’ dedi. ‘İmamoğlu’nun lüks araçları’ diye bir garajda araç gösterdiler. Araçlar bambaşka bir siyasetçiye ait çıktı. Arkadaşlarımızın tek tek ismini sayarak ‘Gizli toplantıdan, para dolu çantalar çıktı’ dediler. ‘Görüntüler elimizde var’ dediler. İddianamede yer almadı. Sorulunca yanlış bilgi olduğu ortaya çıktı. ‘İBB’den bin 200 cep telefonu alındı, CHP’li delegelere dağıtıldı’ dediler. Bir tanesi bile ortaya çıkmadı. İddianamede bu dahi yer almadı."
Dokuz ay boyunca bir yalan, yalan sonra hepsi ortaya çıkıyor, bu kul hakkı değil mi? Bu insanların çoluğu, çocuğu, eşi, dostu, komşusu, o çocuğun okul arkadaşları yok mu? Size yapılsa ne yaparsınız? Bu saydıklarımın hepsi gerçek dışı bilgiyi alenen yayma suçu değil mi? Alican Uludağ diye bir gazeteci arkadaş var. Bu arkadaş haber yapıyor. Kadın cinayetine yardımdan hükümlü birisi tahliye edildi diye. Meğerse tahliye edilmemiş, hükümlü izinli olarak çıkarılmış. Bunu yalan bilgiyi alenen yayma suçundan gazeteciyi ifadeye çağırıyorlar, dava açıyorlar.
Ama Fatih Altaylı, İsmail Saymaz, Özlem Gürses’e gelince, tekzip bile gelmeden aynı suçtan kendilerini yargılıyorlar, tutukluyorlar, ev hapsine koyuyorlar. Allah için bu memlekette ikili hukuk sistemi yok mu? Eğer bu gazetecilerin bu kadar yalan atıp da, onlar atmıyor ki… Yanıltılıyor, kullanılıyor. Bunu yayması suç değilse nasıl oluyor da diğerlerininki suç oluyor. Yok, bu gazetecilik faaliyetiyse bu niye değil? Burada suç varsa, bunlar nasıl cezalandırılmıyor? Gazeteciler cezalandırırsın demem. Ama bir kural varsa, herkese uygulansın derim."
"Adalette gizli tanık değişir mi? Şimdi bu kadar değerli hukukçu var Meclis’te. Çok değer verdiğim vicdan sahibi insanlar var. 19 Mart günü arkadaşlarımıza, başta Ekrem Başkan’a dediler ki, ‘Bir gizli tanık var. Adı Meşe. Bunu diyor, ne diyorsun?’ Meşe, Meşe, Meşe. Başka bir şey yok. Sonra bu Meşe kafayı yemiş, intihara kalkmış, yedinci kata saldırmış, bilmem ne olmuş.
İddianamede Meşe yok. Yerine Meşe’nin söylediği her şeyi, noktalı virgülüne kadar İlke diye bir gizli tanığa koymuş. Vicdan sahibi herkese soruyorum, iddianame orada, açın okuyun. 19 Mart sorgu tutanakları orada açın okuyun. Bir tiyatroda oyuncu değişir, hastalanır değişir. Bir sinema filminde ya da dizi filmde oyuncu değişir.
Futbol maçında oyuncu kötü oynar, değişir. Adalette gizli tanık değişir mi? Bir oda var, odada üç kişi var. ‘Ben Meşe’yim gördüm bunları’ diyor. Meşe gitmiş İlke gelmiş. ‘Ben İlke’yim gördüm bunları’ diyor. Oyuncu değiştirir gibi gizli tanık değiştiren bu sistem iftiradan başka bir şey üretmemektedir…"
Ve İBB Başkanı değil, düşmüş artık. Şu anda, bu kadar hukukçu var, masumiyet karinesi diye bir şey var. Ekrem İmamoğlu şu anda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı. Üçte iki maaşını devlet ödüyor. Seçilmiş belediye başkanı. Hakkında iddianame var, daha tensip zaptı bile yok. Olsa ne yazar? Yargılanacak, yargılansa ne yazar, ceza alacak. Ceza alsa ne yazar, istinaf, alsa ne yazar, Yargıtay. Ancak o gün ‘suçlu’ diyebiliyorsunuz.
Onda bile AİHM’de adil yargılanma hakkı ile ilgili denetim imkanı var. Şimdi, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı, yaptığı bütün açıklamalarda, ‘İmamoğlu, çıkar örgütü başkanı, kurucusu, suçlusu…’ Masumiyet karinesi, Özlem Hanım, siz iyi bir hukukçusunuz. Bu dili nasıl kabul edebilirsiniz? Nasıl olur da bir kişinin cezası kesinleşmeden, ‘Ona suç örgütü lideri’ diyebilir biz başsavcı? Yine soruyorum Özlem Hanım; HSK’nın Başkanı Adalet Bakanı. HSK’nın kendi talimatlarına göre ‘Başsavcılık açıklamaları kısa, net yapılacak yargılamayı yönlendirmeyecek şekilde olur’ diyor.
Nasıl ‘Asrın yolsuzluğu’ der? Nasıl ‘İddianamemizde şu var, bu var’ der? İddianameni yazacaksın, susacaksın. Ondan sonra iddianame konuşacak. Sen hazırlayan savcısın. Savcılık makamı bir bütün, bir meslektaşın bakalım senin o yazdığın iddianame ile hangi mütalaada bulunacak? Gerçekten bu kadar haksızlığın, bu kadar eşitsizliğin karşısında susulamaz.
Ekrem İmamoğlu, seçilmiş Belediye Başkanı. Belediyeden resmini indiriyorlar. Sesini kısıyorlar. Kendi temelini attığı kreşe tebrik yazısı yolluyor, okutturmamaya çalışıyorlar. Olacak iş değil bunlar. Bir kişiye durduk yere bu muamele yapılmaz.
NEFES
Son dakika: Azerbaycan ordusu 16 köyü daha Ermenistan'ın işgalinden kurtardı
Esnafın kirası devletten
Kız selfi paylaşıyor, birdenbire polisler olay yerine geliyor!
AKP'nin, Beykoz Belediyesi'ne bıraktığı borcun miktarı belli oldu
Maduro: ABD gözlerini Venezuela halkının zenginliklerine dikmiş durumda