“Hoş geldiniz,” dedim sakince. “Buyurun.”
Kerem içeri girdi. Demir birkaç saniye yerinden kıpırdayamadı. Yüzündeki heyecan, yerini hızlıca bir şaşkınlığa, ardından hafif bir hayal kırıklığına bıraktı. Kendini toparlamaya çalışarak elini uzattı.
“Demir,” dedi. “Memnun oldum.”
Kerem tokalaştı.
“Ben de,” dedi kısa ve net bir sesle.
Oturma odasına geçtik. Ben koltuğa oturdum, Demir ayakta kaldı. Kerem dosyasını açtı.
“Önce kendimden bahsedeyim,” dedi. “On beş yıldır çocuk gelişimi uzmanıyım. Uzmanlığım özellikle ikizler ve erken çocukluk döneminde davranış yönetimi üzerine.”
Demir kaşlarını çattı.
“Erkek bakıcı pek… yaygın değil,” dedi istemsizce.
Kerem başını salladı.
“Evet, farkındayım. Ama genelde bu cümleyi kuran aileler birkaç hafta sonra fikrini değiştirir.”
Sessizlik oldu.
Ben söz aldım.
“Kerem Bey aynı zamanda eski bir anaokulu yöneticisi,” dedim. “Ve şu an yarı zamanlı çalışıyor.”
Demir bana baktı.
“Yarı zamanlı mı?”
“Evet,” dedim. “Çünkü diğer zamanlarında danışmanlık veriyor.”
Kerem dosyasından bir belge çıkardı.
“Ayrıca belirtmem gerekir ki,” dedi, “bu pozisyonu kabul etmemin bir şartı var.”
Demir hemen canlandı.
“Nedir?”
“Çocukların her iki ebeveyniyle de düzenli iletişim. Ve bakım yükünün tek bir kişiye yıkılmadığından emin olmak.”
O an Demir’in yüzündeki ifade değişti.
“Ne demek istiyorsunuz?” dedi.
Kerem sakinliğini bozmadı.
“Demek istediğim şu: Ben sadece çocuklara değil, aile düzenine de bakarım. Evde kim neyi ne kadar yapıyor, kim dinleniyor, kim tükeniyor… Bunlar benim işimin parçası.”
Demir bana baktı. İlk kez, gerçekten baktı.
“Rüya Hanım telefonda bana oldukça detaylı bilgi verdi,” diye devam etti Kerem. “Üç yıldır kesintisiz bir bakım yükü, neredeyse hiç kişisel zaman yok ve buna rağmen ‘yorgun görünen taraf’ olmak…”
Sözleri odada yankılandı.
Demir’in ağzı açıldı ama kapandı. Ne diyeceğini bilmiyordu.