Koronavirüs, bir salgının, sağlık sorununun ötesinde devletlerin vatandaşlarıyla ilişkisinde farklı yaklaşımları çıplak bir biçimde ortaya çıkaran, siyasi, sosyal ve ekonomik bir sorun olarak insanlık tarihine geçti ve geçiyor.
21. yüzyıla ABD’yi vuran 11 Eylül saldırılarıyla giren insanlık, korona salgınıyla beraber yeni bir evreye geçişin eşiğinde.
İklimin sertleşeceği aşikar.
Salgının ilk darbesiyle ortaya çıkan manzara, bireycilik, özel sektör ve liberalizm ayakları üzerine kurulu Batı tipi “demokrasi”lerin çaresizliğini gözler önüne sererken, küresel ekonomideki hareketsizleşmenin etkilerini “şimdilik” çöken dünya borsalarıyla hissettik.
SALGINA KARŞI ÜÇ FARKLI YAKLAŞIM
Devletlerin salgınla mücadelesinde üç farklı yaklaşım ortaya çıktı;
İngiltere Başbakanı Boris Johnson, salgınla “sürü bağışıklığı” (herd immunity) doktriniyle mücadele edeceklerini açıklarken, Alman mevkidaşı Angela Merkel, “Almanya’daki insanların yüzde 60 ila 70’ine virüs bulaşabilir (…) Hayat kurtarmak bizim görevimiz. Aynı zamanda ekonominin de çalışmasını sağlamak” açıklamaları ve ülkesinde aldığı ve almadığı tedbirlerle İngiltere’yle aynı yolu izleyeceğinin sinyalini vermiş oldu.
Sosyal Darwinist esintiler taşıyan sürü bağışıklığı modelinde, virüsün engellenmesi için hiçbir çaba gösterilmezken, virüsün zaman içinde nüfusun büyük kısmına bulaşması sonucu halkta ortak bir bağışıklık sistemi gelişeceği hesaplanıyor.
İngilitere ve Almanya’nın yaklaşımındaki temel hareket noktası ise virüsün halka bir anda değil yavaşça bulaşması ve bu suretle sağlık hizmetlerine bir anda yoğun talep olmaması yatıyor.
Financial Times, sürü bağışıklığı yaklaşımını “kumar” olarak nitelendirirken, 66 milyonluk İngiltere’de nüfusun %80’ine virüsün yayılması halinde, %1 öldürücülük ihtimalinde dahi 500 bin kişinin ölümüne göz yumulduğu değerlendirmesi yapılıyor.
Yaşlıları ve başka hastalıklardan muzdarip olanları salgına terk eden “sürü bağışıklığı” modelinin, Nazi izleri taşıdığını söylemek abartılı olmayacak.
TEMEL ÇELİŞKİ: SOSYALİZM YA DA BARBARLIK
Salgınla mücadelede üç temel yaklaşımdan bahsetsek de temelde, insanı ön plana koyan sosyalist model ve Batı tipi “demokrasi”lerin başlangıçta idarei maslahatçı fakat işler kızışınca Nazizme doğru yol alan modeli arasındayız.
Bu noktada, Avrupa Birliği üyesi İtalya’nın yardım çağrılarına birliğin diğer üyelerinden değil de Çin ve Küba’dan cevap gelmesi çarpıcıdır.
Salgın karşısında Batı tipi “demokrasi”ler bırakınız komşularına yardım etmeyi, kendi vatandaşlarına dahi bedava sağlık hizmeti götürmekten aciz bir duruma düştüler.
İran’ın salgın nedeniyle ambargoyu gevşetme çağrılarına karşı ABD’nin takındığı katı tavır ve yine Çin ve Küba’dan yardıma giden doktorlar, insanlığın kalbinin Washington’da mı yoksa Asya’da mı attığı sorusuna güzel bir cevap oluşturmaktadır.
Salgınla mücadele bir sağlık modeli seçimini aşmış, liberal yaklaşım ve kollektif bilinci öne çıkaran sistem arasında bir seçim haline gelmiştir.
KORONA SONRASI
Bugün henüz ilk dalgalarını yaşadığımız salgın sonrasını tartışmak için erken olduğunun farkındayım fakat elimizdeki verilerden şu çıkarımları yapabiliriz:
Bu noktada, gölge CIA olarak bilinen Stratfor adlı düşünce kuruluşunun kurucusu George Friedman’ın, salgınla ilgili paylaşımını aktaralım:
“Koronavirüs duyulduğunda toplumun doğal tepkisi hükümetten salgını durdurması oldu. İkinci evrede insanlar, hükümeti kendilerini koruyamadığı için suçladı. Üçüncü evrede toplum, hükümete aldığı koruma önlemleri için saldıracak.”
CIA’nın akıl hocalarından Friedman’ın boşa yazdığını düşünmek en hafif tabirle naiflik olacaktır.
Friedman’ın çıkarımlarından emperyalizmin virüs sonrası ekonomik bunalım ve devletlere karşı güvensizliği, ulusdevletlere karşı kullanacağını tahmin etmek güç değil.
Bu noktada iki farklı duruş yükselecek:
TÜRKİYE’NİN SEÇİMİ
Avrupa’nın pek çok ülkesinde koronayla beraber yükselen ekonomik krize karşı devletler, vergi, sosyal güvenlik ve Mortgage borçları başta olmak üzere vatandaşlarının üzerindeki ekonomik yükü hafifleterek, tepkiyi engelleme yoluna gidiyor.
Öte yandan Almanya Ekonomi Bakanı Altmaier, salgın nedeniyle zor durumda olan stratejik önemdeki bazı şirketlerin kamulaştırılabileceği bilgisini paylaştı ve “Ulusal egemenliği geri kazanmak için tek taraflı bağımlılıkları azaltmak en doğru fikir” ifadeleriyle devletçi ve korumacı önlemlere yöneleceklerini ilan etmiş oldu.
Halihazırda ekonomik bir krizin içinde olan Türkiye’de de iktidarın önünde iki seçenek var:
Bizlerin önünde de iki yol var. Ekonomik, sosyal ve siyasi anlamda derin bir krizin içine girdiğimiz günlerde:
Onur Sinan Güzaltan
Aydınlık