Home
14 Kasım 2017 ( 1 izlenme )
Reklamlar

Heidi’nin Gerçek Hikayesi – İsviçre’nin Karanlık Yüzü


Bir çoğumuzun özellikle de çocukluğunu 80’ler ve 90’lar da yaşayanların severek takip ettiği çizgi film kahramanı Alp Dağlarının sevimli kızı Heidi’yi hepiniz bilirsiniz. Peki ya heidi’nin gerçek hikayesi? Al yanakları, eskimiş elbiseleri ve kocaman yüreğiyle herkese yardıma hazır bu kız çocuğu, hatırlarsanız çoğu kez çıplak ayaklarıyla resmedilen heidi’nin gerçek hikayesi ve onun esin kaynağı sizleri çok şaşırtacak. Aslında çizgi filmi iyi takip edenler Heidi’nin özgür ruhundan dolayı ayakkabı giymeyi kendisinin istemediğini bilir. Ancak İsviçre yakın tarihi hakkında yapılan bazı araştırmalar bu olayın çok büyük ihtimalle İsviçre’nin karanlık tarihine gizli bir gönderme olabileceğini gün yüzüne çıkarıyor.

Orjinal hikayenin yaratıcısı Johanna Spyri, 53 yaşındayken yazdığı Heidi yoluyla, 80’lere kadar İsviçre toplumunda konuşulması tabu kabul edilen çıplak ayaklı çocuklar hadisesine dikkat çekmiştir. Peki nedir bu olayın aslı? Heidi’nin gerçek hikayesi ne?

Verdingkinder – İsviçre’nin Köle Çocukları ve Heidi’nin Gerçek Hikayesi

Heidi’nin gerçek hikayesi Verdingkinder diye anılan çıplak ayaklı çocuklar amiyane tabirle köle çocuklar ile başlıyor. İsviçre’de gayri meşru olarak dünyaya gelen, anne babası hapiste olan, suç işlemiş yahut kimsesiz kalmış çocuklar kilise papazları tarafından onlara bakabilecek kişilerin yanına yerleştiriliyor yada bir başka deyişle satılıyorlardı. Toplum tarafından dışlanan bu ailelerin çocukları papazlar tarafından ailelerinden alınır, çiftliklerde çalışmaları için kiralık olarak verilir veya şehir, kasaba merkezlerinde kurulan çocuk pazarlarında ev işlerinde kullanılmak üzere

satışa çıkarılırlardı. Çocuklar satın alındıklarından itibaren onları satın alan kişinin vesayetinde sayıldıkları için, başlarına gelen dayak, işkence, taciz ve hatta tecavüz vakalarıyla hiç kimse ilgilenmezdi. Çünkü bu çocuklar toplumun gözünde iyi bir ailenin yanına yerleştirilerek kurtarılmış sorunlu çocuklardı ve şikayet etmek yerine kurtarıldıkları için sadece minnettar olmalıydılar!

Ahırda hayvanlarla yatıp kalkmaya layık görülen, çuvaldan elbiseleriyle sadece ekmek yedirilen bu çıplak ayaklı çocuklar uzun yıllar boyunca İsviçre halkı tarafından kanıksandı, hatta öyle ki, bir çok aile bu çocukların ayakkabılı “normal” çocuklardan ayırt edilmesinde kolaylık sağladığından zavallı çocukların çıplak ayakla dolaşmasının daha uygun olduğunu düşünmekteydi! İsviçre toplumunun üstü kapalı olarak işlediği bu kölelik sistemi ilk bakışta çok uzak bir tarihe ait kötü bir anı gibi geliyor, ancak İsviçre’de Verdingkinder denilen bu kölelik sistemi, inanması güç bir şekilde 1981 yılına kadar tam olarak yasaklanmadı! Daha da kötüsü İsviçre devletinin şuan bazıları hala hayatta olan bu insanlardan resmi olarak özür dilemesi ise ancak 2013 yılında mümkün oldu.

Peki Hiç Mi Yükselen Sesler Olmadı?

İsviçre toplumunun garip bir şekilde kanıksadığı ve tepkisiz kaldığı bu olaya yükselen ilk sesler ancak yabancılardan geldi. Bir rus doktorun, çalıştırıldığı çiftlikte ağır ve yoğun tecavüzlere uğrayan ve bunun sonucunda hayatını kaybeden bir erkek çocuk için resmi rapor hazırlaması bu olaya yükselen ilk seslerden biridir. Bu tür vakalarda doktorlar çoğunlukla ölü çocuğun ölüm sebebini görmezden geliyor ve üstünü kapatıyordu. Yani doktorun yaptığı bu eylem hiç rastlanan bir durum değildi. Sonuç olarak Rus doktorun hazırladığı bu rapor otoriteler tarafından dikkate alınmadı ve doktor farklı milliyeti yüzünden dışlandı. Bu olaydan sonra bazı kadın örgütleri ve sendikalar da çocuk kölelerin durumuna karşı seslerini yükselttiler. Ayrıca bazı yazarlarda bu olaya karşı tavır aldılar.


 

Kendiside Verdingkinder adı verilen kölelik sisteminin kurbanı olan yazar Carl Loosli annesi ve babasını doğru dürüst göremeden 11 yaşına kadar çiftliklerde çalıştırılıp tacizlere uğramıştı. Yazarlık yaptığı dönemde başına gelenlere sessiz kalmadı ve bu konu üzerine yazılar yazdı. Ne yazık ki, İsviçre’nin tabu olarak kabul ettiği ve kanıksadığı bir sisteme çomak sokmaya çalıştığı için yazdıkları hiç bir zaman ciddiye alınmadı ve yaşadığı dönemde değer görmeyen bir yazar olarak kaldı.

 

Ayrıca ünlü ressam Albert Anker ‘de İsviçre yaşamını yansıttığı tablolarında çokça bu çıplak ayaklı çocuklara yer vererek, görmezden gelinen bu gerçeği tablo meraklısı zengin zümrenin önüne sermeyi amaçlamıştır.


Bugüne değin bu konu ile ilgili çekilen tek film 2011 yapımı Der Verdingbub. Markus Imboden imzası taşıyan filmin ilk sahnesinde sessizce taşınan bir tabut görülür. Bu tabut hergün ağır işlerde çalıştırıldıktan sonra birde ev sahibinin oğlu tarafından tecavüze maruz kalan küçük bir köle kıza aittir. Sonuç olarak kız hamile kalır. Ev sahibi ise bu durumun üstünü örtmenin yollarını arar ve çocuğun bebeğini düşürmeye karar verir. Bunun için kıza çeşitli işkenceler yaparken kızın kanaması meydana gelir ve doktora götürülmeden ölüme terk edilir. Sonuç olarak hayatını kaybeden kız, bir papaz tarafından sorgusuz sualsiz teslim alınır ve tabuta konarak götürülür. Bu filmin gösteriminin ardından kendi başına gelenler hakkında sessiz kalamayan eski köle çocuklar birer birer gazetelere ve televizyonlara konuştular ve yetkililer bu konuya dikkat çekmek zorunda kaldı. Çiftçiliğin yoğun olduğu Thurgau yönetimi ile beraber tüm İsviçre Çiftçiler Birliği o zamanın tüm köle çocuklarından özür diledi. Ancak din adamları adına şimdiye dek sadece Luzern Katolik Kilisesi özür dilemiş durumda. İsviçre devleti dahi bu konu ile ilgili adımlar atmışken, merkez kilisenin yıllardır sürdürdüğü sessiz tutumda direnmesi ise gerçekten manidar.

 Sonuç;

İsviçre’nin yıllarca üstünü örttüğü bu utancın kurbanlarından biri olan Charles Probst’un hikayesi ile yazımızı bitirelim; 79 yaşındaki Charles Probst, annesinin “köle çocuk” olarak çalıştırıldığı çiftlik sahibi tarafından tecavüze uğramasıyla hayata gelmiş. Sonuç olarak başka bir bakıcı aileye verilmiş. Annesinin başından geçen kötü talih onunda başına gelmiş. Yıllarca saat sabah dörtte kaldırılarak ot biçtirilmiş, ahırlarda yaşamaya mecbur bırakılmış, yıllarca dişlerini dahi fırçalamasına izin verilmemiş, iç çamaşırı giydirilmemiş, hasta olduğunda doktora dahi götürülmemiş, cinsel istismarlara uğramış. Sabahları kuru ekmeği suya bandırarak yemek zorunda bırakılmış. Probst, uzun süre sakladığı gerçekleri artık tüm İsviçre’de yapılan toplantılarla anlatarak ve kendisine gelen soruları cevaplandırarak İsviçre’nin bu karanlık döneminin gün yüzüne çıkarılması için uğraşıyor.

 

Kaynak: Evrensel Dergisi 2015 Şubat Sayısı

Önerilen Videolar

Reklamlar

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Milyonlarca esnafı ilgilendiriyor! Son tarih 31 Mart! Kira desteğine nasıl başvurulur? Kira desteği almanın şartları nelerdir? Büyükşen Davasında Sona Gelindi. Bursa'da pes dedirten olay! Koronavirüs şüphesi olan hasta, maske takmamak için direnip doktorla tartıştı Altını olanları Ramazan Kurtoğlu uyardı: Bu bir yatırım tavsiyesi değildir ama...