Kadın dediğin güneş üzerine doğmadan uyanmalıydı zira. Bereketi kaçarmış evin, rızkı k’esilirmiş adamın, öyle derdi hep. Ç’atlamış dudaklarından dualar süzülürdü sabahın soğuğunda. Buz tutardı yazmasındaki oyalar… Elleri hamur k’okardı her daim. Sanki annem demek hamur demekti. Elinde k’uruyan hamurları bile z’iyan etmez, ovalayıp karınca yuvalarına serpiştirirdi. Her şeye yeterdi annem! Çünkü Anne demek yetmek demekti. A’ğrıyan yerlerini s’usturur, a’cıyan göğsünü bastırırdı.
İşi kuvveti emeği, Ocakta yemeği vardı onun. Bir ıhlamurla geçiştirdiği soğuk algınlığı, bir evlat gülümsemesiyle unuttuğu gönül dalgınlığı vardı. Akşam olunca evinin perdesini kapatmaya alışkın elleri, bir de her sabah sulamayı farz edindiği gülleri vardı. Kimse öksüz değildi o varken, kimse sahipsiz değildi. Çünkü anne demek sahip demekti… Ezandan önce uyanırdı annem.
Güneşi kucağına alır, yorganımızın içine saklardı. Kınalı ellerinde kireç tutan parmakları vardı, çıtırtıları beyaz bir gece gibi kalbime b’atardı. Yorgunluk gözlerinden damlardı, zira anne demek yorulmak demekti. Çünkü anne demek ömrünü a’ffetmek demekti…..”