Bunlar bize göre değildi.
Üç odalı mütevazı bir eve taşındık. Sadece temel ihtiyaçlarımızı aldık: buzdolabı, çamaşır makinesi, küçük bir ocak, birkaç tabak-çanak ve perdeler… Sadece o kadar. Yatak odamızda bir yatak vardı, oturma odasında ise yerde bir kilim ve iki sandalye. Kocaman bir salon takımımız, gösterişli bir yemek masamız, vitrinlerimiz ya da şatafatlı mobilyalarımız yoktu. Sadece ikimizin sığabileceği kadar bir alan yaratmıştık.
O evde mutluyduk, gerçekten. Kocam işten eve gelirdi, birlikte çay demler, sofrayı beraberce kurardık. Çok büyük hayallerimiz, hedeflerimiz vardı ama bunların bizi sıkboğaz etmesine izin vermemeye kararlıydık. Üstelik maddi anlamda da yükümüz hafifti. Düğünümüzü sade yapmıştık ve borcumuz neredeyse yoktu. Her şey yolunda gibiydi.
Ancak beş-altı ay geçti ki, evimize gelenler, akrabalar, tanıdıklar bakışlarını değiştirmeye başladı. İlk başlarda bize samimi bir “hayırlı olsun” demeye gelenler, bir süre sonra açıkça ya da ima ederek bizi yargılamaya başladılar.
“Bunca zaman evlenmeyi beklediniz, ama şöyle güzel bir koltuk takımı alacak kadar para biriktiremediniz mi?” diyenler çıktı. Bir diğeri, “İlk misafiri olduğuma inanamıyorum; şu mobilyasız evde misafir gibi oturamıyorum,” dediğinde, içim burkuldu