Kafamda bin bir türlü olumsuz düşünce dönüp duruyordu. Belki de bu hava şartlarında yola çıkmaması gerekiyordu diye düşündüm. Ama iş hayatı, bu tür hava koşullarını öneme almıyordu.
Telefonumu elime aldım, onu aramak istedim, ama vazgeçtim. Arayıp daha çok kaygılendirmek istemedim. Zaten dikkatli olmasını söylemiştim. Ama gene de içimdeki huzursuzluğu yatıştıramıyordum.
Bu huzursuzlukla evde dolaşmaya başladım. Salonun içersinde bir o yana, bir bu yana giderken, yağmurun şiddeti azalmıyordu. Kalbimdeki tedirginliği bastırmak amacıyla televizyonu açtım, ama hiçbir şeye odaklanamıyordum. Aklım devamlı eşimdeydi. Dışarıda bu kadar kötü bir havada, yolların ne halde bulunduğunu merak ediyordum. Bir an, onun arabasının kaza yaptığını hayal ettim ve içim ürperdi.
Bu düşüncelere daha çok dayanamayacağımı anladım. Derin bir soluk alıp, yakın arkadaşım Fırat’ı aramaya karar verdim. Fırat, her vakit mantıklı ve sakin bir insandı. Ne vakit bir hususta kaygılensem, onunla bahsetmek beni rahatlatırdı.
Telefonu açtığımda, Fırat’ın her vakitte rahat sesi yankılandı: “Naber dostum, erken aradın bugün, hayırdır?”
Ona hali anlatmaya başladım, eşimin bu kötü hava şartlarında işe gitmesinden kaygılendiğimi söyledim. Fırat, evvelce bir vakit sessiz kaldı, sonra sakin bir sesle, “Anlıyorum, ama çok kuruntu yapıyorsun. O dikkatli bir insan, merak etme,” dedi.