Amerika’ya gittiğim ilk yıllar 1957, lisanım pek o kadar iyi değil. Newyork’ta Medical Center Hospital adlı bir hastanede görev almıştım. Fakat vazifem, kan almak, kan vermek, serum takmak, elektrokardiyografi çekmek gibi işler. Hastaya o kadar önem veriyorlar ki, yeni doktorlar hemen direkt olarak hasta muayenesine, tedavisine verilmiyor. Diğer zamanlarda da labaratuvarda çalışıyorum.
Bir hastaya gittim, yaşlıca bir adam. Tahminen 75 yaşlarında. Tabii kendisi ile ingilizce konuşuyorum.
Kan vereceğim, kolunuzu açar mısınız?
Çünkü adamcağız kanser hastası olduğu halde, üstelik kansızdı. Elimde kan torbası da var tabii ki. Pazusunu açtım, baktım pazusunda dövme şeklinde bir Türk bayrağı var. Çok ilgimi çekti benim, kendisine sormadan edemedim:
Siz Türk müsünüz?
Kaşlarını yukarı kaldırarak, hayır manasına işaret yaptı. Ama ben hala merak ediyorum.
Peki bu kolunuzdaki Türk bayrağı nedir?
Aldırma, işte öylesine bir şey dedi.
Ben yine ısrarla dedim ki;
Fakat benim için bu bayrak çok önemli. Dikkatimi çekti. Çünkü bu benim milletimin bayrağı, benim bayrağım.
Bu söz üzerine gözlerini açtı, derin derin yüzüme baktı ve mırıltı halinde sordu:
Siz Türk müsünüz?
Evet Türk’üm.
DEMAVI İÇİN DİĞER SAYFAYA GEÇİNİZ