Bugün bir eposta aldım. Okuyunca donakaldım. Kahroldum. Ağlamakla
gülmek arasında uzun zaman bocaladım. Tam büyük mizah ustamız rahmetli
Aziz Nesin’lik bir durum. Sonunda sizlerle paylaşmaya karar verdim.
Durumu özet olarak bilgi ve duygularınıza sunuyorum.
Efendim, Doç.Dr. Neva Çiftçioğlu gerçek bir Türk hanımefendisi. Finlandiya’da doçentlik ünvanını alan ilk yabancı. Kendisi
kireçlenmenin müsebbibi olan ve nanobakteri adı verilen mikrobu bulmuş.
Bu buluşu nedeniyle dünyanın her yerinden davetler, ödüller almış. 2,5
yıldan beri NASA’da (Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi) çalışan ilk
Türk bilimkadını. Önümüzdeki yıllarda da kalp ve böbrek hastalıklarının
teşhisine ilişkin, patenti yüzlerce milyon dolar değerinde önemli bir
buluşu açıklanacakmış. Buraya kadar çok güzel. Ama Türkiye onu
tanımıyor, Türk yetkililerden aldığı tek bir tebrik bile olmamış. Bilim
dünyasında ona “Türklüğünden vazgeç, daha çok parla” diye akıl verenlere
o inatla “asla” demeye devam ediyor.
Türk olması büyük sorun olmuş.
Finlandiya’da Türk olduğu hiç anılmamış. Vatandaşlık başvurusu bile
yapmamış ama, onu hep Finli gibi tanıtmışlar dünyaya. Mesela NASA’ya
gittiğinde, “NASA’ya giren ilk Finli” diye başlık atmış bir gazete. 1996
da başarılı bilim insanlarının bulunduğu bir törene çağrılmış ; bu
törende Türk bayrağının altına gittiğinde onu oradan alıp Finlandiya
bayrağının altına almışlar. Çok ağırına gitmiş bu…
1996 yılında
Finlandiya Hükûmeti onu buluşunu bilim dünyasına açıklamak üzere ABD’ye
göndermiş. New York’ta bulunan dünyanın dört büyük laboratuarından biri
olan Cold Spring Harbor Laboratories’e gitmiş. Meğerse Amerikalılar da o
dönemde aynı bakteriyi Mars gezegeninde bulmuşlar. Bunun üzerine
birlikte Astrobiyoloji Enstitüsü’nü kurmuşlar. Bulduğu bakteriyle ilgili
olarak ABD’de kurulan büyük bir firmanın da sahiplerinden biriymiş.
Firmanın CEO’su “senin Türk olmandan yoruldum” diyerek kendisine ABD
vatandaşlığına geçmesini önermiş. Yanıtı kısa ve öz : ASLA ! Ve ekliyor :
Ben milliyetçi olduğumu bilmezdim, ama dışarıda kalınca insan ülkesinde
kızdığı şeyleri bile özler hale geliyor…Şaşırıyorlar Amerikalılar. Sana
hiç kimse sahip çıkmıyor, sen neden Türk olmakta ısrar ediyorsun ? diye
soruyorlar kendisine.
Ankara Tıp Fakültesi’nde asistan iken
doktorasını bitirmek üzereymiş. Astım hastalığı hakkında bir tez
hazırlamış hocalarına sunmuş. Bölüm başkanı olan hocası tezi herkesin
gözü önünde çöpe atmış. O çöpe atılan tezi birkaç yıl sonra tıp
dünyasının üç büyük bilimsel dergisinden birinde yayınlanmış. Ankara ona
doçentliğini vermediği için Finlandiya’da doçentlik ünvanı alan ilk
yabancı olmuş.
Finlandiya’da bakteri çalışmaları yaparken Bilkent
Üniversitesi Rektörü ve Genetik Bölümüne başvurarak “gelin bunu birlikte
yapalım, patenti Türkiye’ye ait olsun” önerisini yapmış. Gelen yazılı
yanıtta “siz galiba iş arıyorsunuz” deyip kabul etmemişler. Hacettepe
Tıp Fakültesi de “bu bizi aşar” demiş. Hasrete dayanamayıp Türkiye’ye
dönmüş ve Başkent Üniversitesi’nde çalışmaya başlamış. Kendisine
mikrobiyoloji kliniğinde 9 ay boyunca dışkı tahlili yaptırmışlar.
Sonunda Finlandiya’daki profesörü “sen orada ziyan oluyorsun” diyerek
isyan etmiş ve Türkiye’ye onu almaya gelmiş.
Bana yurtdışında
“Everest’in tepesine bayrak diken kadın” gözüyle bakıyorlar, ama bugüne
kadar hiçbir Türk yetkilisinden tebrik almadım. Sadece bir kişi, nasıl
oldu bilmiyorum, İskandinav Tıp Ödülünü kazandığım zaman, Ziraat Bankası
eski Genel Müdürü bir tebrik kartı gönderdi ; halâ saklarım diyor bu
değerli Türk Bilimkadını…
Yetişmiş beyin gücünün başka diyarlara
göçmek zorunda bırakılmadığı, kendi yağımız, kendi şekerimiz ve kendi
unumuz ile kendi helvamızı yapabileceğimiz özlediğimiz o Türkiye çooook
uzaklarda olmasa gerek...
Brüksel, 29 Nisan 2004
Yakup Yurt ©
yurtyakup@gmail.com