Üç aylık bir bebek kendi kendine hiçbir yere gidemezdi.
Bunu biliyordum. Ama beşik boştu.
Telefonu elime aldım. Murat’ı aradım. Çalıyor… açmıyor… tekrar… tekrar… Sonunda açtı. Arka planda makinelerin sesi vardı.
“Irmak yok” dedim. Başka bir şey söyleyemedim.
Sessizlik oldu. Sonra Murat çok sakin bir sesle, hiç beklemediğim bir sakinlikle,
“Hatice,” dedi, “evden çıkma. Polisi arıyorum. Geliyorum.”
Telefon kapandıktan sonra ev birden çok daha sessizleşti. Televizyonun açık olduğunu o an fark ettim. Ekranda bir program vardı ama ses kapalıydı. Kumandaya uzanırken elim durdu. Çünkü salondan gelen o boğuk sesi yeniden duydum.
Bu sefer daha yakındı.
Ses… nefes gibiydi. Ama insan nefesi gibi değil. Daha düzensiz, aralıklı. Kalbim boğazıma çıktı. Salonla Irmak’ın odası arasındaki küçük koridora baktım. Işık açıktı. Koridorun ucundaki banyodan geliyordu ses.
Yavaşça yürüdüm. Banyoya yaklaştıkça ses kesildi.
Kapı kapalıydı.
Banyoya girmeden önce aklımdan geçen tek şey şuydu: Eğer Irmak oradaysa, ona bakarken ağlayamam. Korkmamalı.
Kapıyı açtım.
Banyo boştu.
Ama aynada bir şey vardı.
Aynanın buğusuna parmakla çizilmiş küçük bir el izi. Çok küçük. Bir bebeğin eli kadar. Nefesim kesildi. Geri çekildim. Ayağım kaydı, neredeyse düşüyordum. El izine tekrar baktım. Buhar yoktu. Duş almamıştım. Banyoda sıcaklık yoktu.
O iz… yeni gibiydi.
O an kapı zili çaldı.
Çığlık attım. Kapıya koştum. Polis değil, Murat da değil. Yan komşumuz Sevim Hanım’dı. Yüzü bembeyazdı.
“Hatice,” dedi, “senin ağladığını duydum. Bir de… bebek sesi.”
“Nerede?” dedim. “Nereden geldi?”
Salona geçti. Beşiğe baktı. Yüzü daha da gerildi.
“Az önce… senin evden bir kadın çıktı,” dedi. “Kucağında bir şey vardı. Battaniyeye sarılı.”
Bacaklarım tutmadı. Koltuğa çöktüm.
“Nasıl bir kadın?” diye fısıldadım.
Sevim Hanım yutkundu.
“Bilmiyorum… Ama sana çok benziyordu.”
Polis geldi. Ev didik didik arandı. Parmak izi alındı. Kapılar zorlanmamıştı. Pencereler açılamamıştı. Güvenlik kamerası yoktu. Sevim Hanım’ın anlattığı kadına dair başka hiçbir tanık yoktu.
Murat geldiğinde ben hâlâ aynadaki el izine bakıyordum.
O iz silinmişti.
Günler geçti. Haftalar geçti. Irmak bulunamadı. Dosya “şüpheli kayıp” olarak kapatılmadı ama ilerlemedi. Murat konuşmamaya başladı. Geceleri beşiğin başına oturuyordu hâlâ. Beşik artık boştu.
Bir gece uyandım.
Irmak ağlıyordu.