Hayat kendini yeniden şekillendirdi —
hem acımasız, hem güzel bir şeye dönüştü.
Zeynep büyüdü.
On iki… on üç… on sekiz…
Çocuk hakları savunuculuğu alanında üniversite kabulleri aldı.
İkizler on yaşına geldi; gürültülü, korkusuz ve onun adını bir zafer sloganı gibi haykıran iki çocuk oldular.
Emir Arslan, şirketten çekildi.
Birlikte kurdukları vakfa odaklandı:
sessiz yardımcılar,
acıları fark edenler,
görmezden gelinen çocuklar için burslar…
İkizlerin onuncu yaş gününde, aynı parka geri döndüler.
Artık bir suç mahalli değil, geri kazanılmış bir yerdi.
Balonlar, dinozorlu pasta, kahkahalar…
Zeynep konuşma yaptı.
“On yıl önce eve uzun yoldan giderken, başka kimsenin duymadığı bir ağlama sesi duydum.
Sese doğru yürüdüm.
İki bebek ve ölmek üzere olan bir adam buldum. Meğer babammış.”
“O zamanlar aile değildik.
Sadece aynı kâbusun içindeki yabancılardık.”
“Ama biz bir olmayı seçtik.
Defalarca.
Acı verse bile.”
“Dünya ağlamalarla dolu.
İnsanlar acı çekiyor.
Görünmez hissediyor.”
“Çoğu insan yanlarından geçip gidiyor.
Kötü oldukları için değil…
korktukları, yorgun oldukları ya da bir başkasının duracağını düşündükleri için.”
“Ama birinin durması gerekiyor.”
“Birinin sese doğru yürümesi gerekiyor.”
“Ve o kişi… siz olabilirsiniz.”
Sonra babası, kaçırma girişiminin başarısız olduğu noktada durup sessizce sordu:
“Hiç pişmanlığın var mı? O gece kısa yoldan eve dönebilseydin… döner miydin?”
Zeynep düşündü.
Kabusları.
Tehditleri.
On bir yaşında omuzlarına binen yükü.
Sonra ikizlerin ilk kelimelerini — onun adını,
yaralı dizleri öpüşünü,
yatmadan önce anlatılan masalları,
ateşten doğmuş bir aileyi…
“Hayır,” dedi.
“En zor anlarına bile.”
Çünkü soluk mavi kapüşonlu bir sweatshirt giyen, gözden kaçmış bir kız…
Sadece iki bebeği ve bir milyarderi kurtarmadı.
En tepelere uzanan bir yolsuzluğu ortaya çıkardı.
Masumları korudu.
Kırık parçalardan yıkılmaz bir şey inşa etti.
Ve dolabının bir köşesinde, özenle katlanmış halde, o eski kapüşonlu sweatshirt hâlâ duruyor — yamalı cebiyle birlikte.
Belki dışarıda birileri ağlıyordur diye.
Ve belki…
başka kimse durmuyordur.